Hasan Ali Toptaş
bir mevsim olsaydı kesinlikle “kış” olurdu. Hem de atalarımızın zemheri dediği,
yüreğimizi çatır çatır çatlatan, iliklerimize kadar üşüten, hiçbir yün çorabın
ayaklarımızı ısıtamayacağı türden…
Ve ben, kelimeleriyle
insana kara kışı yaşatan bu yazarı sürekli okuyup yüreğimi sıkıştırma halinden
vazgeçemiyorum.
Bende de bir
“seyir merakı” var demek ki… İçimdeki kör kuyunun başında dibi görmeye
uğraşıyorum. Bazen çok derinlerden bir ses geliyor, seviniyorum. Ta ki kendi
sesimin bir yankısı olduğunu anlayana kadar.
Evet bende
de bir seyir merakı var lakin kendi kuyumu seyrediyorum. Oysa “Beni Kör
Kuyularda” kitabında başkalarının acılarını seyretmekten zevk alan hatta bundan
vazgeçemeyen insanların hikâyesi var.
Yine tipik
bir HAT romanıyla karşı karşıyayız. Ama yazar gün geçtikçe dilini sadeleştirip,
etkisini derinleştirmiş olacak ki bu kitabı daha da kolay okunuyor.
Okunması
kolay ama anlaşılması biraz çaba istiyor. Mesela romanı okurken “Güldiyar’ın
başına ne geldi?” sorusuna takılırsanız asıl meseleyi kaçırırsınız.
Ne Güldiyar’ın
başına ne geldiğine ne de gözünden dökülen taşlara odaklanın. Güldiyar’ın
gözünden dökülen taşları görmek için koşup koşup gelen, Güldiyar’ın acısını bir rant kapısına çeviren
insanlara dönün yüzünüzü. Ne geldi başına, niye geldi demeyin hiç. Güldiyar’ı
suçlayacak bir ipucu arayıp vicdanlarınızı susturmaya çalışmayın. Ve romandan çıkıp bakın etrafınıza, sosyal
medyaya, televizyonlara… Başkasının acısından beslenen insanlar sadece roman kahramanı
mı yoksa toplumun yeni var ettiği kanlı canlı bir tür mü?
Keşke sadece
kitaplarda kalsa ama HAT aslında hayatın gerçeklerini kendine has o alegorik
yöntemiyle, kimi zaman gözyaşlarını taşa dönüştürerek, kimi zaman umutları,
duvar halısındaki geyiklerin canlanmasına bağlayarak, kimi zaman da doğruları,
çıktığı ağaç dalında kumruya dönüşen bir meczubun ağzından ortaya döküyor.
Yoksulluğu,
çaresizliği, yaşayan bir varlığa dönüştürmeyi çok iyi bilen HAT, “Kayıp Hayaller Kitabı”, “ Sonsuzluğa Nokta” , “Bin
Hüzünlü Haz” gibi olay örgüsünün bile anlatılması zor olan kitaplarına nazaran
daha sade bir yola sokuyor okuru bu kitabında. Okurken beynimiz yorulmayacak
ama Güldiyar’ın gözlerinden dökülen taşlar, yüreğimize oturacak. O minik minik
taşlar büyüyecek büyüyecek, nefes borumuzu tıkayacak. Bu hayatta sessiz
kaldığımız her bir haksızlık için bir taş düşecek avuçlarımıza kitaptan.
Okuması çok
kolay olacak kitabı. Son cümleyle kitabı kapatıp kafamızı kaldırdığımızda,
yerine yeni bir beden gelsin diye Güldiyar’ın küçücük bedeniyle birlikte göğe
yükselen nice bedenler fark edeceğiz. Bazıları sokakta gördüğümüz, bazıları
televizyonda izlediğimiz, bazıları üç günlük hafızalarımızda "hastaq"li bir
isimden ibaret kalacak olan, bazıları ise hiç haberdar bile olmadığımız
bedenler…
Kitabın
içeriğiyle ilgili söyleyebileceklerim bu kadar ama bir de kitabın ismini
konuşmak gerek. Toptaş’ın kitaplarına verdiği isimleri her zaman sevmişimdir. Sanırım
Toptaş ne yapsa seveceğim. 😊
Bu kitabın
ismini de sevdim çünkü “Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın” şarkısı da
derin duygular uyandırır bende.
Şuracığa bir
video bırakayım, siz de Timur Selçuk’un o güzel sesinden dinleyin bu şarkıyı.
"HALİME"
https://www.sosyaledebiyat.com/post/hali%CC%87me