23 Ocak 2017 Pazartesi

Huzursuzluk - Zülfü LIVANELI

       Huzursuz olmamız gerektiğini hatırlatmak için yazılmış bir kitap.Yaşadığımız yerin,kanla beslenen bir coğrafyanın uzantısı olduğunu fark ettiren bir kitap.

       Olayların dünyanın neresinde yaşandığının bir önemi yok ama burnumuzun dibinde yaşanınca daha bir acıtmalı canımızı değil mi?Halbuki tam tersi oluyor bizde.Sınırlarımızdan geçen her kişi bizim için bir sayıdan ibaret kalıyor.Tıpkı Ege Denizi’ nde ölen her kişinin bir sayıdan ibaret kalması gibi.Oysa her biri birer hayat. Ve bu hayatlarda insanın yüreğinin kaldıramadığı dramlar saklı.

       Livaneli de bu dramlardan sadece birini, Meleknaz ’ın yaşadıklarını anlatmış.Oysa belki de yüzlerce Meleknaz var sınır ötesinde.Ve belki de binlerce Meleknaz var bize uzak ülkelerde.
Meleknaz bir Ezidi.Yezid değil,Ezidi ( Kerbela olayındaki Yezid ile bir ilgisi yok yani).Kökleri 4 bin yıl öncesine dayanan en eski tek tanrılı dinlerden biri Ezidilik. İran ve Mezopotamya da yaşamış,Ortadoğu ’nun en çok yanlış anlaşılan,bu yüzden en çok ezilen kadim bir topluluğu Ezidiler.Şeytana tapmakla suçlanırlar.Oysa dinlerinde şeytanın adını telaffuz etmek bile haramdır.Günde üç kez güneşe dönüp ibadet ederler ama güneşe tapmazlar.Hangi dine inandıklarının,neye nasıl taptıklarının bir önemi yok bence.Neye inanırsa inansın Meleknaz hayalleri olan bir genç kız.Ailesindeki tüm erkekler IŞİD tarafından öldürülüp,kendi gibi genç olan kızlar da satıldıktan sonra hayalleri de ölüyor Meleknaz’ ın. Ve  ne yazık ki hayalleriyle birlikte insanlığa olan inancı da yitip gidiyor.
      
        Meleknaz ’ın, Zilan ’ın,Nergis’in başına gelenler,okumakta zorlandığım,içimi düğüm düğüm eden bir insanlık ayıbı.Livaneli çok detaya girmeden anlatmış yaşanılanları.Detayları biz gözümüzde canlandıralım da boğazımızda bir yumru,hatırladıkça nefes alamayalım diye.

        Zaten 8 yaşındaki bir çocuğun defalarca tecavüz edilmesinin,gencecik kızların eğer on savaşçının yatağından geçerse Müslüman olacağına inanan erkeklerin olduğu bir dünyanın,Allah adına kafa kesmeyi cennete giriş bileti olarak görenlerin yaptıklarının detayları nasıl anlatılır…

       Ve Şengal Dağları’nda kendini uçurumdan atan Nergis’in son sözlerinin “ben bir insandım abla” olmasından öte hangi ayrıntının önemi var ki… Peki bütün yaşadıklarına rağmen dağları aşıp sınır kamplarına ulaşanlar.Hayatta kalmaya çalışmak kolay da insan olarak kalmaya devam etmek kolay mı?

       Hüseyin de bu kamplarda gönüllü olarak görev yapan, insan olarak kalmak isteyen bir Mardinli.Kucağında,babasının kim olduğu asla bilinemeyecek olan kör bebeğiyle Meleknaz’ ı görünce nasıl utanmıştır insan olmaktan kim bilir.

       Bu coğrafyada zulüm ne kadar güçlüyse, kader o kadar zalim, aşk da inadına o kadar güçlüdür.
Ve kendini,Allah için kafa kesmeye adamış sözde insanlara ses çıkarmayanlar bu Ezidi kız ile Müslüman Hüseyin’in aşkı için kıyametleri koparmaya hazırdırlar.

       Meleknaz ve Hüseyin’in bu hazin hikayesini, gazeteci İbrahim araştırıp öğreniyor.İbrahim Mardin’de doğmuş ama yüzünü batıya dönüp köklerinden kopmuş bir gazetecidir.Çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberini tesadüfen öğrenir ve bu hikayenin peşinde kendi vicdanıyla hesaplaşır.

       İbrahim’le birlikte plaza insanı kavramını da masaya yatırmış Livaneli.Ve Meleknazların yaşadıklarının yanında bizim günlük dertlerimizin önemsizliğini bir balyoz gibi indirmiş kafamıza.

       Ortadoğu kendi kanına ne zaman doyacak acaba dedirten bu kitabı okuyun ama,
       Mardin’de vurulan Hüseyin’in Amerika’da nasıl öldüğünü öğrenmek için değil.
       Bu kitabı okuyun ama,
       Cennete giremesin diye domuz kanı sürülmüş bıçakla öldürülen Hüseyin’in Meleknaz’a niye aşık olduğunu öğrenmek için değil.
       Bu kitabı, burnumuzun dibinde yaşanan drama acımak için değil,kendinizi sorgulamak için okuyun.
       Bizim okurken bile yüreğimizin dayanamadığı şeyleri yaşayan insanlar olduğunu unutmamak için okuyun.
       Hüseyinler var oldukça insanlıktan umudun kesilmeyeceğini anlamak için okuyun.
       
      Ve en önemlisi daha çok Hüseyinler var olsun diye okuyun.


21 Ocak 2017 Cumartesi

Kanadı Kırık Kuşlar - Ayşe KULIN

Ayşe Kulin’i Gizli Anlar’ ın Yolcusu kitabını yazana kadar çok beğenerek okuyordum.Özellikle Veda-Umut-Hayat üçlemesi(Hüzün kitabıyla dörtleme de diyebiliriz)çok güzel bir tat bırakmıştı belleğimde.

           Gizli Anlar’ ın Yolcusu’ nda ise, ülkemizde tabu sayılan eş cinsel aşkı anlatışını hem cesurca bulmuş hem de dilini beğenmiştim.Ama ne olduysa bu kitaptan sonra oldu benim için.Gizli Anların Yolcusu kitabındaki konuyu ve karakterleri kullanarak üç kitap daha çıkardı Ayşe Kulin. Daha Bora’ nın Kitabı’ nda* tekrara düşen yazar, arkasından Dönüş** ve Handan*** kitaplarını da yayınladı.Handan kitabında artık pes ettim ve okumayacağım dedim.Zira yazar, Gizli Anların Yolcusu kitabının etinden sütünden yararlanıyormuş gibi geldi bana.Çok satma arzusuna yenik düştüğünü hissettim.Bu hissi Elif Şafak Aşk kitabını yayınladıktan sonra da hissetmiştim.Elif Şafak da Aşk kitabından önce derinliğe önem verirken, Aşk’tan sonra kamuoyunun ilgisini çekecek ve okunması kolay kitaplar yazdı.Oysa Pinhan,Mahrem,Araf adeta birer kuyuydu.

 Kim bilir belki de Ayşe Kulin hakkında yanılıyorumdur.İlerleyen yaşı yüzünden daha çok söz söylemek istiyordur.Bu yüzden böyle arka arkaya kitaplar çıkarıyordur.Fakat nedeni ne olursa olsun aynı konu etrafında defalarca dolaşması beni cezbetmedi.

            İşte son zamanlarda neredeyse her yıl bir kitap çıkaran Ayşe Kulin 2015’i de boş geçmedi. Bu kez de kendi çizgisinin tamamen dışında distopik türde (bu roman türüne kısaca; baskıcı otoriter bir rejimin var olduğu toplumların anlatıldığı,gelecekte her şeyin kötüye gideceğini gösteren,kötümser bakış açısı denilebilir.)bir roman yazdı: Tutsak Güneş.

Niyet okuyuculuğu yapmak istemiyorum ama Ayşe Kulin Tutsak Güneş’ de kitabı yazmamış da ,ülke siyasetinin gidişatından galeyana gelip adeta kelimeleri kusmuş kağıda.İçini boşaltmış.Bu kızgınlıkla da ayrıntıları önemsememiş.

Ayşe Kulin hakkında son dönem düşüncelerim bunlarken yine de 2016 da çıkardığı Kanadı Kırık Kuşlar kitabına bir şans vermek istedim.

            Bu uzun girizgahtan sonra şimdi gelelim asıl kitabımıza:

            Kitap Hitler’ in zulmünden kaçıp Türkiye’ye yerleşen Schlimann ailesinin yaşadıklarıyla başlıyor. Beni etkileyen bir konuyla başladığı için kitabı hevesle elime aldım.Göç edenlerin ruhunu yansıtan,yurdundan kovulup yeni bir ülkede tutunmaya çalışan insanların iç çalkantılarıyla dolu bir kitap okuyacağımı düşünmüştüm.Oysa kitap 1930 lardan 2016 lara kadar Türkiye tarihinde kuşbakışı bir gezintiye çıkmak gibiydi.Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar yaşanan önemli olayları bir arada görmek isteyenler için ideal bir kitap.Ama olay örgüsü temalı kitaplar yerine insanı sorgulayan,tahlillerle insan ruhunun derinliklerine inen kitapları tercih edenlere göre değil.

Kitabın ilk yarısında Hitler ’in baskısından kaçan Yahudi bilim adamlarının Türkiye’ye yerleşmesi,üniversitelerde hocalık yapmaya başlamaları ve Schlimann ailesinin yaşadıklarına yer veriliyor.İkinci yarısında ise zaman o kadar hızlı akıyor ki olayları takip etmekte zorlanıyorsunuz, kitaba adapte olamıyorsunuz.

Bu ikinci yarıda Schlimann ailesinin kızı Suzi ( Suzan ) büyüyor,evleniyor ve bir kızı (Sude) oluyor.Sonra Sude büyüyor, evleniyor bir kızı (Esra) oluyor.Sonra Esra da büyüyor.

Bu arada Türkiye’de de sular durulmuyor. 6-7 Eylül olayları,1960 darbesi,1962 de biri başbakan olmak üzere asılan siyasiler,1971’de ODTÜ’nün kapatılması,1972’de üç genç fidanın asılması,1977’de Taksim Meydanı’nda yaşanan Kanlı Pazar,1978’de tırmanan terör,faili meçhul cinayetlerde yitirilen aydınlar ve 1980 darbesiyle ülke tarihimizin nasıl hızlı ve acımasızca akıp gittiğini gözler önüne seriyor yazar.Gezi Olayları ve 15 Temmuz’ u da es geçmeyen Ayşe Kulin ne kadar çalkantılı bir ülke olduğumuzu tekrar hatırlattı bana bu kitabıyla.

            Kitabı bitirdiğimde ülkemin tarihinde yaptığım bu baş döndürücü hızda yolculuktan yorulduğumu hissettim.Yine de her şeye rağmen,ülkemi bütün geçmişiyle seviyorum ben.(Güzel olanı,kolay olanı,temiz olanı herkes sevebilir.Oysa ister sevdiğiniz küçük bir fidan olsun,ister dev bir çınar,ister yanınızda  uyuyan bir baş, ister çok uzaklarda sizin için attığından emin olduğunuz bir kalp olsun,kötü yanlarını sevdiğiniz kadar büyük sevdanız.)Benim de çok kızdığım,küstüğüm(delice biliyorum ama bazen ülkeme küsüyorum,tıpkı kaprisli bir sevgili gibi)burada yaşanmaz dediğim anlar oluyor.Ama bu anlar kısa sürüyor.Kendimi sadece bu topraklardan beslenen bir ağaç gibi hissediyorum.Başka bir toprakta kurur giderim biliyorum.O yüzden benim için tek çıkar yol bulunduğum toprağı verimli hale getirmek.Belki de herkes bağlı olduğu toprağı verimli hale getirmeye çalışsa dünyada daha çok ağaç çiçek açar kim bilir.


Ezcümle 1933-2016 Türkiye tarihinde gezintiye çıkmak isterseniz bu kitabı okuyun ama karamsarlığa kapılmayın.Unutmayın umut hep var.Olmak zorunda!


*Gizli Anların Yolcusu kitabındaki Bora karakterinin gözünden olayların anlatıldığı ve Bora'nın hayatından kesitlerin yer aldığı kitap.
**Gizli Anların Yolcusu' ndaki İlhami 'nin kızı Derya'nın ülkeye dönüp gerçeklerle yüzleşmesinin anlatıldığı kitap.
***Gizli Anların Yolcusu kitabındaki Handan karakterinin hayatının anlatıldığı kitap