Zweig hayranlığı
gün geçtikçe artıyor ve artık neredeyse her platformda kitaplarını
görebiliyoruz. Bunun bir sebebi Zweig’in başarısıysa diğer bir nedeni
kitaplarının “novella” türünde olması. Yani öyküden uzun ama romandan kısa, bir
iki günde bitirilebilecek kitaplar. Bu kitabı da diğer novellaları gibi iki
günde bitirebilirsiniz.
Kitapta
Henriette adında evli ve iki çocuklu bir kadının sadece bir gece gördüğü bir
adamla kaçması üzerine, Bayan C.’nin hayatında kimseye bahsetmediği bir sırrı
paylaşması anlatılıyor.
Henriette
adını okur okumaz aklıma çok sevdiğim, tekrar tekrar okumaktan bıkmadığım “Vadideki
Zambak” geldi. O kitapta Henriette sevdiği adama kavuşamamıştı ama Zweig’in
kitabındaki Henriette, kocasını ve çocuklarını terk edip birkaç saat gördüğü
bir adam için duygularının, ihtiraslarının belki de yanlışlarının peşinden
gidiyor.
Hangisi
doğruydu peki? Balzac’ın Henriette’si gibi yıllarca bir sevdaya emek verip
karşılığında, sevdiğin adamın seni ruhen öldürmesine izin verecek hale gelmek
mi ( ki ruhu ölünce bedeni de dayanamıyordu Henriette’nin) yoksa her şeyi göze
alıp, mutlu olmadığın bir hayatın prangasıyla yaşamaktansa içindeki ateşin- ki
o ateşin seni ısıtacağı mı kül edeceği mi bilinmezken- peşinden gitmek mi?
Bilemiyorum…
Hangisi daha
doğru?
Bir ömür yaptığın
şeyler için pişman olmak mı?
Bir ömür
yapmadığın şeyler için pişman olmak mı?
Neyse
kitabın asıl meselesi Henriette değil zaten. Bu olay asıl anlatılacak olana zemin
hazırlıyor sadece. Henriette böyle bir
gecede kaçınca orada bulunan herkes bu olayla ilgili yorumlarda bulunuyor.
Herkes acımasızca Henriette’yi suçluyor.
Bir kişi
hariç.
Olayı
Henriette açısından bakmaya çalışan birinin varlığı Bayan C.’ye uzun yıllar
önce yaşadığı, kimselere anlatamadığı bir sırrı artık paylaşma cesareti verir.
Ve Henriette’ye hak veren adama yani yazara başından geçenleri anlatır.
Kendinden
genç, sadece oyun (kumar) oynarken gördüğü bir adama karşı beslediği hissin,
merhametin nasıl aşka dönüştüğünü, yaşanılan 24 saatin sonunda her şeyini
bırakıp, kumar masasında sadece ellerine bakıp hayran olduğu adamın peşinden
nasıl gittiğini anlatır. Onu hayran bırakan ellerinin güzelliği değildir, Zweig
burada adamın ellerini öyle bir anlatıyor ki o eller adamdan ayrı canlı iki
varlığa dönüşüyor adeta. O anlatımla o ellerden etkilenmemek mümkün değil
zaten.
Aslında
kitabı bir kadının yaşamından yirmi dört saat olarak değil de bir insanın yaşamından
yirmi dört saat olarak incelemeliyiz. Çünkü aynı duyguları bir erkeğin de
hissedebileceğini, aynı tepkileri bir erkeğin de verebileceğini düşünüyorum.
Yani kısaca bir insan bazen hiç sebepsiz, hayatında daha önce hiç yapmadığı
şeyleri yapabilir. Hatta karşı olduğu, asla onaylamadığı durumların içinde
bulabilir kendini. Bunun kadın ya da erkek olmakla bir ilgisi yok bence.
Siz hiç bile
bile yanlış yola girmediniz mi mesela? Aklınızın bir köşesinde doğruyu bağıran
bir ses varken, yüreğinizin o sıcacık fısıldamalarına kulak vermediniz mi hiç?
Geçmişe dönüp baktığınızda nasıl bu hatayı yaptım ben dediğiniz andaki
duygularınızı hatırlamaya çalışın. Yaptığınız yanlışlardan yanınıza kâr kalan
hiç mi bir şey yok? İyi düşünün mutlaka vardır.
Kitaba
dönersek, Henriette’nin sonunu bilmiyorum ama Bayan C.’nin sonu bizi yine
baştaki soruya götürüyor. Değer mi?
Değdi
diyebileceğiniz yanlışlarınızın olması dileğiyle.
Not: Şu an “Gör
Beni” kitabını okuyorum ama henüz kargoda olan, elime ulaşmasını dört gözle
beklediğim başka bir kitabı daha önce yazacağım blogda büyük ihtimalle. Bilin
bakalım hangi kitap?
Çok güzel bir tanıtım olmuş, sanırım Batı toplumlarında bahsettiğiniz olaylar fazlası ile yaşanmaktadır. Çok teşekkürler.
YanıtlaSilTanıtımı beğenmenize sevindim.
SilEvet, cazip geliyor insana :)
YanıtlaSil