Uzun zaman kitap bloglarını, sosyal medyadaki kitap grup
sayfalarını meşgul etmiş, hakkında birçok şey yazılmış, neredeyse söylenecek
bir şey kalmamış bir kitap Uçurtma Avcısı. Ben de bu kitabı yıllar önce
okumuştum aslında. İlk okuduğumda da özellikle son sayfalarında gözyaşlarımı
tutamamıştım. Ama bu kez satır aralarındaki Amerika propagandası daha bir
gözüme battı. 8 milyondan fazla okunmasında ve hem 2006 hem 2007 de Penguin/ Orange
Readers’s Group Ödülü’nü almasında bu propagandanın etkisi ne kadar acaba?
Neyse ben yine de uslu bir okur(!) olup, edebiyatın kirli
yüzüne değinmeden kitabı kısaca tanıtayım.
1975 yılında Afganistan’da başlayan hikayede biri peştun
biri hazara olan iki çocuğun yaşamı anlatılırken, Afganistan’ın uzun yıllar
süren çalkantılı tarihi de aktarılıyor.
Varlıklı bir ailenin oğlu Emir ile onların hizmetine bakan
Ali’nin oğlu Hasan… Başlangıçta tek ortak yazgılarının annesiz büyümek
olduklarını düşündüğümüz iki arkadaşın sonu yürek parçalayan, iç içe geçen
kaderleri okuyanı teslim alan bir akıcılıkla yazılmış.
Bir ayıyla bile güreştiği söylenen babasının aksine, sadece
kitaplarla ilgilenen, öyküler yazan bir çocuktur Emir. Emir’in tek isteği
babasının gözüne girmektir. Hasan ise Emir’e sonsuz bir sadakat duygusuyla bağlıdır.
12 yaşına kadar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki
arkadaşın kaderleri, uçurtma yarışına katıldıkları gün, Emir’in, Hasan’ın
başına gelen felakete seyirci kalmasıyla alt üst olur. Yazarın da dediği gibi
bazen bir günde olanlar tüm yaşamın belirleyicisi olur. Bu olaydan sonra
kitapta zaman biraz hızlı akar, ülkenin siyaseti allak bullak olur ve 1980 ‘lere
geliriz. Emir ve babası Amerika’ya giderler.
Bu bölümden sonra Emir ve babasının Amerika’daki yaşamı
anlatılır ama bence burada biraz yazar Amerika’ya iltimas geçmiş. Bir Afgan’ın
Amerika’da yaşayabileceği muhtemel sorunlara değinmemiş. Daha çok özgürlükler
ülkesi olarak anlatmış Amerika’yı.
Emir , orada Afgan bir kızla evlenir. Geçmişini bilinç altına iterek sıradan
bir hayat yaşamaya çalışır.
Ta ki babasının yakın dostu Rahim Han’dan bir mektup alana
kadar. Kader, Emir’in yönünü tekrar Afganistan’a çevirir. Yıllar önceki
ihanetinin kefaretini ödemek zorundadır. Afganistan’a gider ve Hasan’la nasıl
bir ortak yazgıları olduğunu acı bir şekilde öğrenir. Özellikle bu son
kısımlarda gözyaşlarınızı tutamayabilirsiniz. Kitabın oldukça etkileyici bir
sonu var. Özellikle Hasan’ın oğlunun intihar sahnesi beni çok sarstı.
Şimdi gelelim yazarın diğer kitabı Bin Muhteşem Güneş’e.
Adını Saib-i Tebrizi’nin,
“Bu kentin ne çatısının aydınlatan aylarını sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi”
dizelerinden alan kitap Uçurtma Avcısı gibi Afganistan’ın aynı dönemini
anlatıyor. Bu kez kitapta iki kadın kahraman var. Maalesef olaylar kadın
ekseninde yazılınca, yaşananlar daha trajik oluyor. 1960’larda başlayan kitapta,
evlilik dışı bir çocuk olan ve annesiyle küçük bir kulübede yaşayan Meryem’i
tanıyoruz önce. Meryem’in kendinden yaşça büyük Raşit ile evlendirilip Herat’tan
Deh-Mazang’a taşınmasıyla, Leyla ile hayatları kesişiyor.
Bu kitapta Afganistan’ın siyasi tarihine daha çok
değinilmiş. Zahir Şah’ın devrilmesi, Davud Han’ın öldürülmesi, ülkenin adının Afganistan
Demokratik Cumhuriyeti olarak değişmesi ama demokratikliğin maalesef sözde
kalması, Sovyetler'in Afganistan’a girişi, Sovyetler'in çekilmesi ama ülkedeki iç
savaşın devam etmesi…
Ülkelerin tarihini böyle liste halinde sıralayınca
yaşananlar yeterince anlaşılmıyor. İşte bu yüzden edebiyat şart. En büyük
arzusu okumak olan Leyla’nın atılan bir bombayla annesiz, babasız , geleceksiz
kaldığını, ders kitaplarının başında olması gerekirken, kendinden yaşça büyük,
üstelik evli bir adamın ikinci karısı olmak zorunda kaldığını, atılan
bomba yüzünden arkadaşlarının parçalanan uzuvlarına şahit olduğunu, sevdiği adama kavuşmanın
hayalini bile kurmaya gücünün yetmediğini, gün gelip giydiği burka yüzünden onu
tanıyanların olmamasına sevinecek hale düştüğünü, sevmediği bir adamdan doğuracağı çocuğu nasıl bağrına basabileceği duygusuyla mücadelesini, Meryem'in hayal bile kurmadığı küçük dünyasını, bir kadının ruhunun nasıl öldürüleceğini, kısacası savaşın ve sözde demokratik ve sözde dini idarelerin hayatları nasıl
cehenneme çevirdiğini anlamamız için olayları roman kahramanlarının başından
geçiyor gibi okumak şart ama bu kahramanların hayali olmadıklarını aklımızın
bir köşesine yazarak okumalıyız. Çünkü Afganistan’da Leylalar, Meryemler gerçek.
Ben bu iki kitabı da beğenerek okudum eğer kısa bir kıyaslama yapacak olursak;
Uçurtma Avcısı’nın sonları daha duygu yüklü ve okuru kendine
bağlıyor.
Bin Muhteşem Güneş her satırıyla savaşa lanet okutuyor.
Uçurtma Avcısı’nın bir kısmı Amerika’da geçtiği için savaşın
izlerini bir nebze daha az hissediyoruz.
Bin Muhteşem Güneş’te ise tüm olaylar savaşın içinde
geçiyor. Yaşanan kıyımlara daha çok tanık oluyoruz. Kadınların hayatını
zorlaştıran yönetimin daha çok farkında oluyoruz.
İki kitabın ortak noktalarından biri ise yetimhane müdür
Zaman. Önce Bin Muhteşem Güneş’i okursanız, Uçurtma Avcısı’nı okurken, Emir’in
Hasan’ın oğlunu aradığı yetimhanede her an Leyla ile Meryem karşınıza çıkacak, bir köşede Tarık, Leyla'yı izleyecek gibi gelebilir size de. Bu ayrıntıyı da beğendim açıkçası.
Şimdi ise elimde Nobel ödüllü bir yazarın kitabı var. Bakalım ödülü hak
etmiş mi? Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
ilkinin filmi iyiydi yaa. okumadım bunlarısını aklımda olsuuun :)
YanıtlaSilBen de filmini izleyeyim deep ,bakalım kitabı kadar etkileyici mi?
SilKitabı okuduktan sonra filmi izlediğinizde filmin ne kadar yetersiz olduğunu göreceksiniz
YanıtlaSilHem kitabını hem filmini beğendiğim
Silsadece Yüzüklerin Efendisi var.Çünkü genelde filmler kitaplar kadar etkileyici olmuyor ama yine de deneyeceğim.
BU İKİ ESER DE ÇOK HARİKA ESERLERDİR, ÇOK TEŞEKKÜRLER.
YanıtlaSilSürükleyici kitaplar, okurken insan elinden bırakamıyor.
SilBin Muhteşem Güneş kitabında Leyla ile Meryem'in hayatlarının keşiştiğini görüyoruz, dediğiniz gibi uçurtma avcısında ki ve bin Muhteşem Güneş kitaplarında yetimhane keşisim noktası olmuş, camının teki çatlak olan müdür zaman (bu cam sapanı ustalıkla kullanan çocuk tarafından çatlatılmıştır)
YanıtlaSilBir diğer keşisim noktası ise stadyumdaki idam sahnesidir, bu sahne her iki kitapta da geçiyor.