8 Kasım 2019 Cuma

Hakkımda Bilmediğiniz 11 Şey Mimi


Ne zamandır blogger arkadaşların yaptığı mimleri görüp ben de yapmak istiyordum. Bu mimi Eğitim Pınarı'nın blogunda gördüm. Arkadaşın yazısına buradan ulaşabilirsiniz. Kendisine de teşekkür ediyorum. Ve işte benim cevaplarım: 

1. Kendinde sevmediğin özelliğin nedir?

Sanırım en sevmediğim özelliğim gereksiz şeylere fazla takılı kalmam. Özellikle bir başkasına söylediğim sözlerin yanlış anlaşılabileceği ihtimali hiç yakamı bırakmaz. Birine bir laf mı söyledim tüm gece düşünürüm, aslında öyle demek istemedim ama o beni şöyle mi anladı, kendimi yanlış anlattım galiba… Bu cümleler bazı olaylarda sabaha kadar kafamda döner durur. Çoğu zaman karşımdaki kişi ya beni hiç yanlış anlamamış olur ya da benim kadar düşünmemiş. Sabaha kadar bir hiç yüzünden kendimi meşgul etmem yanıma kâr kalır. Ama bir türlü de bu huyumu değiştiremem. En azından eskiye nazaran daha az alıngan bir insanım, belki bu huyum da ileride ( biraz daha büyüyünce J😊) değişir.

2. En büyük takıntın nedir?

Bariz yapılan dil bilgisi hatalarına tahammülüm yok.  Öyle ki, kitaplarını beğenerek okuduğum bir yazarın bir kitabının ilk sayfasında “şey” bitişik yazıldığı için kitabı bir türlü okuyamadım. Sayfayı açıp açıp geri kapattım. Ben de hatalar yapıyorum belki de gözümden kaçanlar oluyordur yazarken ama elimden geldiğince dikkat ediyorum.  Sırf bu yüzden “whatsapp” da doğru dürüst dedikodu bile yapamam arkadaşlarla. Ben yazdığım cümleyi dil bilgisi açısından inceleyene kadar arkadaşlar konu değiştirmiş olur çoktan. 😊

3. Kimsenin bilmediği bir sırrın var mı?

Sırrı olmayan yoktur herhalde diyerek kaçayım bu sorudan.

4. Hayattaki en büyük başarın nedir?

Kitaplarla dolu bir dünyamın olması ve kitaplara en az benim kadar düşkün bir çocuk yetiştiriyor olmak sanırım en büyük başarım. Umarım kızım kitaplara hiçbir zaman arkasını dönmez.

5. Seni en mutlu eden şey ya da şeyler nedir?

Bu soruyu 8-9 sene önce cevaplamış olsaydım çok farklı şeyler yazardım.  Denizi seyretmek derdim mesela, pencereden yağan yağmuru izlemek, puzzle yapmak, kitap okumak, müzik dinlemek… Şimdi ise kızımın bana sarılıp “seni seviyorum anne” demesi kadar hiçbir şey mutlu edemez beni.


6. En sevdiğin ünlü kim?

Ünlü deyince insanın aklına hemen şarkıcı falan geliyor ama benim için Hasan Ali Toptaş bir numaralı ünlüdür. Gönlümde apayrı bir yeri vardır Hasanım Ali’nin.

7. Şansa inanır mısın? Şans getirdiğini düşündüğün eşyan var mı?

Şansa inanırım ama şans getirdiğini düşündüğüm bir eşyam yok.

8. Hayalindeki meslek ve nedeni?

Hayalimdeki meslek sanırım emeklilik. 😊 Emekli olup sadece okumak ve yazmak istiyorum.

9. Kafan bozukken yaptığın şeyler nelerdir?

“Kafan bozukken” çok genel bir tabir. Yani eğer sinirliysem yalnız kalmak isterim. Eğer mutsuzsam, üzgünsem uyurum. Çok mutsuzsam eğer “Çalıkuşu” kitabını okurum. Belki ilginç gelecek ama ne zaman dibe çöksem Çalıkuşu beni yukarı çeker, mutlu eder hatta hayata döndürür.


10. En sevdiğin film ya da dizi.

Kitap seçimlerimle film seçimlerimin arasında dağlar kadar fark var. Kitap okurken cümleler uzadıkça, betimlemeler arttıkça mest olan, psikolojik tahlilleri, derin incelemeleri ve dramı seven ben film ya da dizi seyretmeye gelince hiç duygusallığa gelemiyorum. Filmlerde bir nebze dayanabilsem de bu tarz dizileri izleyemiyorum. Eskiden böyle değildim ama son yıllarda arttı bu düşüncelerim. Soruya gelirsek kaliteli komediyi ve bilim kurguyu severim. Ha bir de ailecek “Yeşilçam Filmleri”nin hastasıyız. Tosun Paşa, Mavi Boncuk, Neşeli Günler, Hababam Sınıfı, Süt Kardeşler… Yüzlerce kez izleyebilirim.

11. Kendine hangi sorunun sorulmasını isterdin ve cevabın ne olurdu?

En sevdiğin kitap hangisi diye sorulsun isterdim ki Çalıkuşu cevabını verebileyim.

Not: Ne zamandır bloga yazacağım hep unutuyorum. Sosyal Edebiyat Dergisi'nde yazdığım hikayelerden birinin linkini bırakıyorum. Bakalım blogumu takip edenler nasıl bulacak?

Hikaye: İki Saniye


6 Kasım 2019 Çarşamba

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat - Stefan Zweig



Zweig hayranlığı gün geçtikçe artıyor ve artık neredeyse her platformda kitaplarını görebiliyoruz. Bunun bir sebebi Zweig’in başarısıysa diğer bir nedeni kitaplarının “novella” türünde olması. Yani öyküden uzun ama romandan kısa, bir iki günde bitirilebilecek kitaplar. Bu kitabı da diğer novellaları gibi iki günde bitirebilirsiniz.
Kitapta Henriette adında evli ve iki çocuklu bir kadının sadece bir gece gördüğü bir adamla kaçması üzerine, Bayan C.’nin hayatında kimseye bahsetmediği bir sırrı paylaşması anlatılıyor.

Henriette adını okur okumaz aklıma çok sevdiğim, tekrar tekrar okumaktan bıkmadığım “Vadideki Zambak” geldi. O kitapta Henriette sevdiği adama kavuşamamıştı ama Zweig’in kitabındaki Henriette, kocasını ve çocuklarını terk edip birkaç saat gördüğü bir adam için duygularının, ihtiraslarının belki de yanlışlarının peşinden gidiyor.

Hangisi doğruydu peki? Balzac’ın Henriette’si gibi yıllarca bir sevdaya emek verip karşılığında, sevdiğin adamın seni ruhen öldürmesine izin verecek hale gelmek mi ( ki ruhu ölünce bedeni de dayanamıyordu Henriette’nin) yoksa her şeyi göze alıp, mutlu olmadığın bir hayatın prangasıyla yaşamaktansa içindeki ateşin- ki o ateşin seni ısıtacağı mı kül edeceği mi bilinmezken- peşinden gitmek mi?

Bilemiyorum…
Hangisi daha doğru?
Bir ömür yaptığın şeyler için pişman olmak mı?
Bir ömür yapmadığın şeyler için pişman olmak mı?

Neyse kitabın asıl meselesi Henriette değil zaten. Bu olay asıl anlatılacak olana zemin hazırlıyor sadece.  Henriette böyle bir gecede kaçınca orada bulunan herkes bu olayla ilgili yorumlarda bulunuyor. Herkes acımasızca Henriette’yi suçluyor.

Bir kişi hariç.

Olayı Henriette açısından bakmaya çalışan birinin varlığı Bayan C.’ye uzun yıllar önce yaşadığı, kimselere anlatamadığı bir sırrı artık paylaşma cesareti verir. Ve Henriette’ye hak veren adama yani yazara başından geçenleri anlatır.

Kendinden genç, sadece oyun (kumar) oynarken gördüğü bir adama karşı beslediği hissin, merhametin nasıl aşka dönüştüğünü, yaşanılan 24 saatin sonunda her şeyini bırakıp, kumar masasında sadece ellerine bakıp hayran olduğu adamın peşinden nasıl gittiğini anlatır. Onu hayran bırakan ellerinin güzelliği değildir, Zweig burada adamın ellerini öyle bir anlatıyor ki o eller adamdan ayrı canlı iki varlığa dönüşüyor adeta. O anlatımla o ellerden etkilenmemek mümkün değil zaten.

Aslında kitabı bir kadının yaşamından yirmi dört saat olarak değil de bir insanın yaşamından yirmi dört saat olarak incelemeliyiz. Çünkü aynı duyguları bir erkeğin de hissedebileceğini, aynı tepkileri bir erkeğin de verebileceğini düşünüyorum. Yani kısaca bir insan bazen hiç sebepsiz, hayatında daha önce hiç yapmadığı şeyleri yapabilir. Hatta karşı olduğu, asla onaylamadığı durumların içinde bulabilir kendini. Bunun kadın ya da erkek olmakla bir ilgisi yok bence.

Siz hiç bile bile yanlış yola girmediniz mi mesela? Aklınızın bir köşesinde doğruyu bağıran bir ses varken, yüreğinizin o sıcacık fısıldamalarına kulak vermediniz mi hiç? Geçmişe dönüp baktığınızda nasıl bu hatayı yaptım ben dediğiniz andaki duygularınızı hatırlamaya çalışın. Yaptığınız yanlışlardan yanınıza kâr kalan hiç mi bir şey yok? İyi düşünün mutlaka vardır.

Kitaba dönersek, Henriette’nin sonunu bilmiyorum ama Bayan C.’nin sonu bizi yine baştaki soruya götürüyor.  Değer mi?

Değdi diyebileceğiniz yanlışlarınızın olması dileğiyle.


Not: Şu an “Gör Beni” kitabını okuyorum ama henüz kargoda olan, elime ulaşmasını dört gözle beklediğim başka bir kitabı daha önce yazacağım blogda büyük ihtimalle. Bilin bakalım hangi kitap?