21 kısa hikayeden oluşan “Sönmüş Yıldızlar” kitabını
bitirdiğimde aklıma ilk gelen Yeşilçam filmleri oldu. Siz sever
misiniz bilmem ama bizim evde Yeşilçam filmleri oldukça revaçta.
Cuma ve cumartesi geceleri izlediğimiz filmlerden biri mutlaka Türk
filmi olur. Kızımızı da alıştırdık. 7 yaşında ama Zeki
Müren’in Kırık Plak filmini sevecek, sürekli Mavi Boncuk
şarkısını dinlemek isteyecek kadar Türk filmi hayranı artık.
:)
İzlediğimiz
filmlerin çoğunda arka plandaki İstanbul’un sakin haline,
evlerin arasındaki arazilerin genişliğine bakıp, zamanın şehirleri nasıl
etkilediğine tanık oluruz. Yanlış anlaşılmalar sonucu ayrılan
aşıklara üzülür, kavuştuklarında onlarla birlikte mutlu oluruz.
Yeşilçam bizi aşkların temiz, saf olduğu zamanlara götürür
her defasında.
İşte Reşat Nuri
de bende aynı etkiyi yaratıyor. Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi,
Kızılcık Dalları...Hepsinde huzur buldum.Tabi en çok Çalıkuşu
beni etkilemiştir ama bu hikayeler de sanki küçük birer Çalıkuşu
etkisi yarattı.
Kitabın ilk 6
hikayesi mektup şeklinde, (En sevdiğim türdür mektup. Çünkü
yazar tamamen başka bir kişiliğe bürünür ve tüm duygularını
açar bize.)10’u tiyatro, oyun tarzında yazılmış.
Tüm hikayelerin
ortak noktası kadın erkek ilişkilerini konu edinmiş olması.
Gözyaşları, evlilik kararları, hayal kırıklıkları ile dolu bu
hikayeleri siz de benim kadar beğenerek okursunuz umarım.
Hikayelerin hepsiyle ilgili tek tek bilgi vermek yerine, en
beğendiğim iki tanesini sizinle paylaşayım. Bakalım sizin
beğenileriniz benimkiyle aynı olacak mı?
Nisan Güneşi
Sanırım beni en çok etkileyen hikaye buydu. Tüm hikayelerin
genelinde bir karamsarlık, kasvetli bir hava var aslında ama bu
hikayenin karamsarlığı bittikten sonra başlıyor benim için.
Hikayeyi bitirdikten sonra da hala kahramanları kafamda yaşattığım
için de diğer hikayelerden bir adım öne çıktı kalbimde. Kudret
Bey ile Feridun Bey’in 30 sene öncesine dayanan hikayesinde öyle
bir gönül kırgınlığı var ki, düşünün kitap yazılalı
neredeyse 100 yıl olmuş ben hala Feridun Bey’e üzülüyorum.
Kudret Bey’in Feridun Bey’e söylediği küçük bir yalan,
Feridun Bey’in bir ömür mutsuz olmasına, tüm hayatını yalnız
geçirmesine neden olur. Üstelik gerçekleri hiçbir zaman
öğrenemez. Kudret Bey ise söylediği yalanın açtığı yaraları
fark etmeden geçirir yıllarını. Öğrendiğinde ise artık
yapacak bir şey kalmamıştır. Düşünsenize birine bir yalan
söylüyorsunuz, ufacık, zararsız zannettiğiniz. Sizin yalanınız,
karşınızdakinin en acı gerçeğine dönüyor birden. Bir ömrü,
gerçek zannettiği bir yalan uğruna heba ediyor. Ve yazarımız da
söylenen sözlerin telafisi olmayan yaralar açabileceğini, çok
beğendiğim o naif diliyle kalbimize kazıyor.
Sevda ve Mantık
Gençliğini kitaplara vakfetmiş olan Feridun, kendisiyle
evlendirmek istedikleri kızla mutlu olup olamayacaklarını anlamak
için, genç kıza sorular sorarak, onun “mizaç ve temayülatı”
hakkında tetkik yapmak ister. Saniha’ nın vereceği cevaplara göre
evlenip evlenmeyeceklerini açıklayacaktır. Saniha’ya
evlendikten sonra nasıl yaşamak istediğini, eşinin servetinin ne
derece olmasını düşündüğünü, eşinin hangi meslekten
olmasını istediğini sorar. Aldığı cevaplarla anlar ki,
Saniha’nın hayallerindeki eş adayının kendisi ile uzaktan
yakından ilgisi yoktur. Ama Saniha’nın son sözü her şeyi
değiştirir. Saniha der ki;
“Birbirine iki süt damlası gibi benzeyen iki genç kız
tasavvur ediniz... Bunlardan birisi sizi servetiniz, şöhretiniz,
vadedeceğiniz parlak hayat, çehreniz, zekanız için istiyor, öteki
sizi bu bahsettiğiniz meziyetlere malik insanların hepsine tercih
ediyor... Siz, bu ikinciyi tercihte tereddüt edecek kadar kalpsiz ve
az zeki misiniz?”
Sizce Saniha haklı mı? Tüm hayallerinizin tam aksinde biriyle bir
ömür geçirmek, sevdanın bir nişanesi midir? Yoksa bir ömür
çekilecek mutsuzluğun akılsızca atılmış ilk adımları mı?
Sevda ve mantık iki ayrı kefeye koyulursa hangisi ağır çeker?
Hem var mıdır bunu ölçecek kadar hassas bir terazi? Ya da
hayallerindeki insana sevdalanamayan bahtsızların ,
sevdalandıklarını hayal etmekten başka çareleri yok mudur?
Veyahut sevda var mıdır ki biz onu bir de mantıkla
karşılaştırabilelim. Kalbinizi paramparça edenlere duyduğunuz
şeyse sevda, varsın olmasın. Kapatalım kalbimizi. Kilit
vuralım.Almayalım kimseyi içeriye. Olur da nereden geldiği belli
olmayan bir ok gibi saplandıysa, o çıkıp gitmeden önce siz zorla
sökün, kalbinizi parçalamak pahasına çıkarın o oku. İzinin
acısı bir ömür yeter zaten.
Neyse ben daha fazla dibe sürüklenmeden başka bir hayata yelken
açayım. Bu kez yolculuğumda Buket Uzuner eşlik edecek bana.
Tabiat dörtlemesinin üçüncü kitabı Hava ile karşınızda
olacağım. İyi okumalar.