1 Haziran 2017 Perşembe

Kuşlar Yasına Gider - Hasan Ali TOPTAŞ

Bir önceki yazımda Türkçesine çok güvendiğim bir yazarla baş başayım demiştim.Evet işte Hasan Ali Toptaş dili kullanım şeklini en çok sevdiğim yazarlardan biri.Aslında bir İskender Pala hayranı olarak Osmanlıca terimleri, ağır kelimeleri, ağdalı cümleleri seven biriyim.Ama Toptaş’ın konuşma diline olan hakimiyeti insanı cezbetmeyecek gibi değil.Tıpkı bizim mahalleden biriymiş gibi doğal ve akıcı bir dille yazdığı bu kitabında,unutulmaya yüz tutmuş deyimleri,daha önce duymadığım kelimeleri de gün yüzüne çıkarmış.Kelime dağarcığı açısından yazarımız tıpkı bir maden gibi.Kesinlikle fakültelerde ders olarak okutulmalı Toptaş. Dilimize yapılacak en büyük katkı da bu olur bence.

            Yani Hasan Ali Toptaş ne anlattığı değil nasıl anlattığı önemli olan bir yazar.Zaten bu kitabının konusunu da birkaç cümleyle ifade edebiliriz.Nihayetinde babasını doktor doktor gezdiren bir oğulun hissettikleri anlatılmış.Ve böyle sıradan bir konu Toptaş’ın dilinde çok beğenerek okuduğum bir esere dönüşmüş.Kitabı okumaya başlayınca eski bir hatıramın gözümde canlanmasıyla da hemen adapte oldum kitaba.

Yıllar önce Aksaray’dan Eskil’e giderken bir kavşakta herkes korna çalmaya başlamıştı aniden.Biraz ilerleyince yaşlı bir adamın traktörle yolda kaldığını bu yüzden de tüm trafiğin alt üst olduğunu görmüştüm.Bindiğim otobüsün camından çok ama çok kısa bir süre o adamla göz göze gelmiştik.O bir saniyede adamın gözlerinde gördüğüm çaresizlik içime işlemişti.Beyazlaşmış saçlarına taktığı kasketi, boynuna mendil sardığı ,kahverengi kareli gömleği,ne yapayım diyerek iki yana açtığı,tarlada çalışmaktan nasırlaşmış elleri hala hatırlarım.
           
Kuşlar Yasına Gider’i okuyunca o adam geldi gözümün önüne.Sanki traktördeki adam Aziz rolünde karşıma çıkmıştı birden.Aziz,hikayemizin temel unsuru.Anlatıcının babası.Kitap baba-oğul ilişkisi içinde ilerliyor.Ama yazarımız baba-oğul ilişkisini edebiyat dünyasında hep anlatıldığı gibi bir çatışma,iktidar mücadelesi çerçevesinde değil de,sayı-sevgi ve uyum içinde ele almış.

Yazar babasını kaybettikten sonra yazmış kitabı ama bunun otobiyografik bir roman olmadığını hem kitapta hem de bir röportajında belirtmiş.Romanı üçüncü tekil kişinin ağzından yazmak yerine Aziz’in oğlunu kullanarak daha da zorlaştırmış işi kendi açısından.Bir roman yazmanın en garanti yolu üçüncü tekil kişinin anlatıcı olmasıdır belki de.Böylece yazar daha geniş bir açıdan aktarabilir olayları.Oysa anlatıcı belli bir kişiyse yazarın bildikleri o üçüncü şahsın bildikleriyle sınırlı kalır.Ama Hasan Ali Toptaş kelimelerle o kadar hasbihal içinde ki bunun kendisine zorluk çıkarmayacağını düşünmüştür zaten.

Aziz’in protez bacağını değiştirmek için Ankara’ya oğlunun yanına gitmesiyle başlayan romanımızı, Ankara-Denizli arasında mekik dokuyan Aziz’in oğlu aktarıyor bize.
Kitabın çoğu kısmı aynı yolda geçiyor:Polatlı çıkışı,Haymana yol ayrımı,Gömü,Temelli,Bayat…
Sadece yollar değil,beyaz gömlekli çocuk, anlatıcıyı yolda sürekli takip eden beyaz at,başka bir deyişle ecel atı ve dinlenen türküler de sürekli tekrarlanıyor.Bu tekrarlar okuyucuyu sıkmak yerine rahatlatıyor bence.Çünkü yaptığı bu tekrarlarla yaşam denen döngünün altını çiziyor yazar.Ve eninde sonunda hep aynı yere yaklaşacağımızı haber veriyor:Ölüme.

Hikayemizin baba-oğul ilişkisinin de gerisinde ölümün kabullenilmesi var.Hatta bana öyle geliyor ki yazar bu romanı babasının ölümünü kabullenebilmek için yazmak zorundaydı.Yazar, usul usul yağan yaz yağmuru gibi ölümü içimize işliyor,ölümü bekletiyor bize,ölümü olabildiğince normalleştiriyor,ölümle yüzleşmemizi sağlıyor ve en sonunda ölümü kabullendiriyor.Üstelik  kafamıza balyozlar indirerek değil, dinginlikle, hani sözüne değer verdiğimiz,hayat tecrübesini nasihat vermeden bize aktaran bir abi gibi yapıyor bunu.

Normalde edebi değeri yüksek bir kitabı okuduğumda son sayfayı bitirip derin bir nefes alır ve o anki mutluluğumu yüreğime hapsetmeye çalışırım.O anlık hazzın damarlarımda ilerleyişinin rehavetiyle hem mutlu olurum hem de güzel bir kitabın bitmesiyle hüzünlenirim.Oysa Kuşlar Yasına Gider’i bitirince,sanki yazar o son cümlenin noktasını aldı,büyüttü, büyüttü ve koca bir taş halinde, geldi kalbimin üstüne bıraktı.Nefes aldırmadı bana.Etkisinden uzun süre kurtulamadım.

Birçok cümlesiyle burnumun direğini sızlatan,röportajlarını okuduğumda ise hayalimi* yaşadığını öğrendiğim,her ne kadar Doğu’nun Kafkası benzetmesi yapılsa da bence Türk Edebiyatı’nın abisi olan Hasan Ali Toptaş ‘ı herkese tavsiye ediyorum ama bir yandan da bir tek ben okuyayım bana özel olsun istiyorum.İlk kez bir yazarı kendime saklamak istedim açıkçası.Ve hissettiklerimi anlatamamaktan korktuğum için bu yazıyı yazmak çok zor oldu .Başa dönüp yazımı okuduğumda kitabın çok az bir kısmını ele alabildiğimi görüyorum. Daha fazlası için en iyisi kendiniz okuyun bu kitabı.
Şimdi ben,Aziz’in mezarı başından kalkıp başka bir dünyaya açılmaya hazır hissediyorum kendimi.Siz de sağda solda hembembe sekmeyin**, yazarımızla tanışın bir an önce 😄

*Yazarımız 2004' te emekli olduktan sonra tüm zamanını kitap okumaya ayırmış.Bir nevi benim hayalim onun şuan yaşantısı.
** Bu sözü ilk kez bu kitapta duydum ve çok hoşuma gitti.








2 yorum:

  1. Seni tebrik ediyorum Ayşegül çok güzel bir yazı olmuş.Artık seninde öykü ya da romanlarını bekliyoruz.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler Erkan hocam. Tek dileğim bu.

    YanıtlaSil