Üniversite yıllarında
Semerkant kitabıyla tanıştığım Amin Maalouf’un, Doğu’nun Limanları kitabını yine o
yıllarda okumuş ve çok beğenmiştim. Kitabı tanıtabilmek için tekrar okudum hem
de hiç sıkılmadan. Siz bir kitabı birkaç kez okur musunuz, bundan sıkılır mısınız
bilmem ama ben sevdiğim bir kitabı tekrar tekrar okuyabilirim. Aslına
bakarsanız bu durumda aynı kitabı tekrar okumuş olmuyoruz. Yaşımız, hayat
tecrübemiz, o anki duygularımız yüzünden her okuduğumuzda başka bir dünya
seriliyor önümüze.
Kitabı ilk okuyuşumda, yaşanan
savaşlar daha çok dikkatimi çekmişti. II.Dünya Savaşı, Almanya’ nın Fransa’ yı
işgali, Yahudi soykırımı, patlak vermek üzere olan İsrail- Filistin savaşı… İlk
gençliğin verdiği ateşle, sadece olay odaklı okumuştum kitabı ve savaşları
insana indirgeyemeden her şeye isyan etmiştim.
Şimdi okurken anlıyorum ki
savaşın kötü yönünü göstermenin en etkili yolu sayılar ve isimler değil. Hangi
ülkelerin savaştığının, kaç kişinin öldüğünün önemi yok. Bir kişi de ölse bin
kişi de ölse, aynı acıyı hissedebilmek gerekiyor. Ayrıca yazar bu kitapta
savaşın, insan hayatını öldürmeden de mahvedebileceğine tanık ediyor bizi.
Yazar arka planda verdiği savaşın merkezine bir insanın içler acısı öyküsünü
koyarak uyarıyor bizi. Savaşlarda kaybeden hep insanlıktır cümlesinin altını
çiziyor böylece.
Kitabımızdaki olayların
başlangıcı ta Osmanlı’ya dayanıyor. Babasını bilekleri kesilmiş halde( Sultan Abdülaziz
olduğunu tahmin etmişsinizdir zaten) gören İffet’in çığlığıyla başlayan
olaylar, İffet’i tedavi edeceğine inanan Ermeni doktor Kitabdar’ın onunla
evlenerek Adana’ya yerleşmesiyle devam ediyor. Böylece kahramanımız İsyan’ ın
tohumları da atılmış oluyor. İsyan, Müslüman İffet ile Ermeni doktorun
torunu. Babasının Yahudi bir kızla evlenmesiyle, dededen Ermeni, anneden Yahudi
olarak, tam Doğu Akdeniz karmaşasına yakışır bir soy ağacına sahip oluyor
İsyan. Kahramanımızın adı İsyan. İsyan, çünkü babası onu bir devrim önderi yapma
hayaliyle yaşıyor. Babasının hayalinden oldukça uzakta olan İsyan, bu hayalin esiri
olmamak için Fransa’ya gidiyor. Ve babasının hayal ettiğinden de önemli bir
devrimci olarak yıllar sonra Beyrut’a dönüyor. Buna kaderin bir cilvesi mi
desek yoksa kendini gerçekleştiren kehanet mi bilemedim. Yahudi bir kızla
evlenen İsyan, İsrail-Filistin savaşının kurbanı oluyor ama ölerek değil,daha
kötü bir şekilde.
Savaşın acımasızca ayırdığı bu
çift, aralarındaki birkaç kilometreye rağmen 20 yıl görüşemiyorlar. Düşünsenize,
sevdiğiniz kadın sadece birkaç kilometre ötede, üstelik çocuğunuzu taşıyor ama
ona ulaşamıyorsunuz. Sebebi ne? Vadedilmiş topraklara sahip olma arzusuyla
yanan gözü dönmüş devletler. Hangi toprak bir insanı çocuğundan ayırmaya değer ki. Hangi toprak bir insan
hayatından daha değerli ki. Hele ki sonunda toprak olacağımız bu kadar
aşikarken. Delirmemek işten değil.
Ve İsyan da deliriyor.Kardeşinin
de çevirdiği entrikalarla, 16 yıl bir akıl hastanesinde, ilaçların gölgesi
altında, zihnini uyuşturmalarına izin veriyor.
Ta ki , hiç beklemediği biri
gelip onu uyandırana kadar. İsyan’ ı kimin kurtardığını kitabı okuyarak öğrenin. Ama
sonuca da odaklanmayın. Maalouf’ un akıcı dilinde kaybedin kendinizi, sis perdesi
arkasında verilen savaşları görmeye çalışın, bir hayatın nasıl bir hiç yüzünden
heba olabileceğine tanık olun. Ve kadınların, özellikle annelerin zor durumlarda
ayakta kalabilme yetisine hayran olun.
Maalouf’ u daha önce okumadıysanız
size şöyle bir yol haritası önerebilirim:
Semerkant’la başlayacağınız
yolculuğa, önce Yüzüncü Ad, sonra Doğu’ nun Limanları, sonra da Afrikalı Leo ve
Tanios Kayası kitaplarıyla devam edin.Doğu’dan Uzakta kitabıyla da yazarın
deyimiyle eve dönüş yapın. İyi okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder