20 Haziran 2017 Salı

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig

      Orta Avrupa’ nın çöküş ve yükseliş dönemi yazarı, batı hümanizmini benimsemiş, Montaigne’den etkilenmiş, psikoloji alanında Freud öncesi ve sonrası geniş bilgi birikimine sahip, biyografi ustası Stefan Zweig deyince aklınıza ilk ne geliyor?  Satranç kitabı. Evet , genelde Zweig deyince ilk akla Satranç kitabı gelir. Satranç’ı çok uzun zaman önce okumuştum. Kitaptan bazı yerleri de hayal meyal hatırlıyorum. Belki bir gün yeniden okur ve blogumda yorumlarım. Neyse Zweig deyince benim aklıma ilk gelen şey,  Nazilerin zulmüne dayanamayıp eşiyle birlikte intihar etmesi. Savaştan fiziki olarak uzaklaştığı halde dünyanın daha iyiye gitmeyeciğini düşünüp, umutsuzluğun zirvesinde bırakmış kendini ölüme.Üstelik eşiyle birlikte.

      Ölüm zamanını kendi elleriyle seçen Zweig, bu kitabında aşkın tek kişilik halini sorgulatıyor bize. Adı bilinmeyen bir kadının yazar R.’ye olan aşkını anlattığı bir mektup aslında kitabımız. Bilinmeyen kadının biyografisi de diyebiliriz.

      Bilinmeyen kadın ( kitapta ismi geçmiyor) kapı komşusu yazar R.’yi ilk kez 13 yaşında görüyor. Ve bir ömür sürecek bir aşka yelken açıyor ama tek başına. Birkaç yıl sonra kız o evden taşınıyor ama yazarı bırakmıyor, hatta birkaç gece birlikte de oluyorlar ama adam kızı tanımıyor. Kadın, yazardan bir çocuk sahibi oluyor ama ona söylemiyor. Yıllar sonra yazarın karşısına,müzikli bir eğlence yerinde çıkıyor bu kez. Birlikte oluyorlar ama yazar yine tanımıyor kadını. Zaten mektupta çoğu kez “beni asla tanımadın” serzenişlerini okuyoruz. Yani hikayenin özeti; bir kadının tüm hayatını, onu tanımaya zahmet bile etmeyen bir adama adaması. 

      Peki değer mi? Sizce böyle bir aşk olabilir mi?Karşınızdakinin sizin kadar aşık olmayacağını düşünüp aşkı tek başınıza yaşadınız mı hiç?

      Bilinmeyen kadın bize,aşkın tek başına yaşanabildiğini gösteriyor. O kadın eğer yazardan bir çocuk sahibi olmasaydı, onu anlayabilirdim. Hatta bu yüce aşkından dolayı önünde saygıyla eğilirdim. Oysa aşkı tek kişilik yaşasa da çocuk aynı zamanda babaya da ait. Mektubunda, belki çocuğumuzla ilgili şüphe duyacaktın diyor. Ya tam tersi olacaksa? Belki de yazar gerçekten bir baba olacaktı çocuğuna. Bir ihtimal üzerine verilen bu karar ,hem çocuğa hem babaya haksızlık değil mi? Kitabı okurken bu kısımda o kadar takılı kaldım ki ,kadının aşkı birden önemsizleşti gözümde. Üstelik kadınla adamın birlikte geçridikleri zaman o kadar az ki, hayatı paylaşmadan,birlikte gülüp birlikte ağlamadan mutlak bir aşk yaşanacağına inanmadığım için bilinmeyen kadının aşkı bana aşktan çok saplantı gibi geldi.

     Sözün özü; 55 sayfaya bir kadının tüm ruhsal iniş çıkışlarını sığdıran Zweig, psikoloji alanına da ne kadar hakim olduğunu kanıtlıyor. Yani kitap türü açısından çok başarılı ama karakterin hissettikleri benimkilerle bağdaşmıyor.


    Kitabı okuyun ve düşünün,
bilinmeyen kadın mı haklı yoksa ben mi haklıyım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder