Orta Avrupa’ nın çöküş ve yükseliş dönemi yazarı, batı
hümanizmini benimsemiş, Montaigne’den etkilenmiş, psikoloji alanında Freud öncesi
ve sonrası geniş bilgi birikimine sahip, biyografi ustası Stefan Zweig deyince
aklınıza ilk ne geliyor? Satranç kitabı. Evet , genelde Zweig deyince ilk akla
Satranç kitabı gelir. Satranç’ı çok uzun zaman önce okumuştum. Kitaptan bazı
yerleri de hayal meyal hatırlıyorum. Belki bir gün yeniden okur ve blogumda
yorumlarım. Neyse Zweig deyince benim aklıma ilk gelen şey, Nazilerin zulmüne
dayanamayıp eşiyle birlikte intihar etmesi. Savaştan fiziki olarak
uzaklaştığı halde dünyanın daha iyiye gitmeyeciğini düşünüp, umutsuzluğun
zirvesinde bırakmış kendini ölüme.Üstelik eşiyle birlikte.
Ölüm zamanını kendi elleriyle seçen Zweig, bu kitabında aşkın
tek kişilik halini sorgulatıyor bize. Adı bilinmeyen bir kadının yazar R.’ye
olan aşkını anlattığı bir mektup aslında kitabımız. Bilinmeyen kadının
biyografisi de diyebiliriz.
Bilinmeyen kadın ( kitapta ismi geçmiyor) kapı komşusu yazar
R.’yi ilk kez 13 yaşında görüyor. Ve bir ömür sürecek bir aşka yelken açıyor ama
tek başına. Birkaç yıl sonra kız o evden taşınıyor ama yazarı bırakmıyor, hatta
birkaç gece birlikte de oluyorlar ama adam kızı tanımıyor. Kadın, yazardan bir
çocuk sahibi oluyor ama ona söylemiyor. Yıllar sonra yazarın karşısına,müzikli
bir eğlence yerinde çıkıyor bu kez. Birlikte oluyorlar ama yazar yine tanımıyor
kadını. Zaten mektupta çoğu kez “beni asla tanımadın” serzenişlerini
okuyoruz. Yani hikayenin özeti; bir kadının tüm hayatını, onu tanımaya zahmet
bile etmeyen bir adama adaması.
Peki değer mi? Sizce böyle bir aşk olabilir
mi?Karşınızdakinin sizin kadar aşık olmayacağını düşünüp aşkı tek başınıza
yaşadınız mı hiç?
Bilinmeyen kadın bize,aşkın tek başına yaşanabildiğini
gösteriyor. O kadın eğer yazardan bir çocuk sahibi olmasaydı, onu
anlayabilirdim. Hatta bu yüce aşkından dolayı önünde saygıyla eğilirdim. Oysa
aşkı tek kişilik yaşasa da çocuk aynı zamanda babaya da ait. Mektubunda,
belki çocuğumuzla ilgili şüphe duyacaktın diyor. Ya tam tersi olacaksa? Belki de
yazar gerçekten bir baba olacaktı çocuğuna. Bir ihtimal üzerine verilen bu karar
,hem çocuğa hem babaya haksızlık değil mi? Kitabı okurken bu kısımda o kadar
takılı kaldım ki ,kadının aşkı birden önemsizleşti gözümde. Üstelik kadınla
adamın birlikte geçridikleri zaman o kadar az ki, hayatı paylaşmadan,birlikte
gülüp birlikte ağlamadan mutlak bir aşk yaşanacağına inanmadığım için
bilinmeyen kadının aşkı bana aşktan çok saplantı gibi geldi.
Sözün özü; 55 sayfaya bir kadının tüm ruhsal iniş
çıkışlarını sığdıran Zweig, psikoloji alanına da ne kadar hakim olduğunu
kanıtlıyor. Yani kitap türü açısından çok başarılı ama karakterin hissettikleri
benimkilerle bağdaşmıyor.
Kitabı okuyun ve düşünün,
bilinmeyen kadın mı haklı yoksa
ben mi haklıyım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder