27 Ocak 2021 Çarşamba

Bir Ömür Nasıl Yaşanır? - İlber Ortaylı

 


    2020 'nin bizde bıraktığı plan yapmanın boşunalığı hissine inat 2021’in ilk kitabı hayatımızı nasıl geçirmemiz gerektiğini anlatan “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?” olsun.

    Öncelikle İlber Hoca’nın konuşmalarını düşünüp bu kitabı anlar mıyım acaba demeyin. İlber Hoca’nın kitapları konuşmalarından daha anlaşılır emin olun. Yani kitabın dili oldukça akıcı zaten soru cevap şeklinde ilerlediği için daha da rahat okunuyor.

    Kitabı okuyunca dedim ki, söyle Kalemucu, bu kitabı 20’li yaşlarda okusaydın (tabii yazılanları içselleştirseydin) bambaşka bir hayatın olur muydu?

    Okuduğum kitaplar konusunda pek bir şey değişmezdi ama mutlaka en az bir yabancı dil öğrenir ve daha çok gezerdim. Çünkü İlber Hoca’nın da dediği gibi yaş ilerledikçe öğrenme hızı yavaşlıyor. Genç bir beyin daha hızlı öğreniyor. Yine de 40’ıma yaklaştığım şu günlerde ikinci bir üniversiteyi okuyarak beynimi daima öğrenmeye açık tutmaya çalışıyorum. Ama İlber Hoca’nın dediğinin aksine ben geceleri çalışıyorum. Oysa Hoca sabah çalışmanın daha verimli olduğunu söylüyor. Tabii İlber Hoca’mız evde kadına yüklenen işlerin sabah çalışmaya zaman bırakmadığını, çoğu kadının ancak evdeki herkes uyuduktan sonra kendine vakit ayırabildiğini pek dikkate almıyor sanırım.

    İlber Hoca kitabında edebiyattan müziğe, şehirlerden sinemaya, mimariden tiyatroya, operaya kadar birçok konuda ışık tutuyor. Kitabın özü; eğer dolu dolu bir yaşam istiyorsanız disiplinli olacaksınız. Kaytarmak, tembellik yapmak yok yani. Bir şehri gezerken de bir derse çalışırken de planlı- programlı olmak şart.

    Hoca'nın bazı konularda çok katı olduğunu düşünsem de geçmişe bakınca haklı olduğunu görüyorum. Mesela 25 yaşından sonra eğitim olmaz artık eser vermek gerekir diyor. 35’li yaşlara kadar birçok eser vermiş kişileri örnek gösterip “Adamların hayatının bittiği yerde bizim çocuklar halen bir şey öğrenmeye çalışıyor, hayata atılamıyorlar. Çok açık ki yanlış ve verimsiz bir çizgideyiz, “ diyor.

    25 yaşına kadar yaptıklarını anlatıp pişmanlıklarını dile getiriyor. “Bugünkü aklım olsaydı ABD’de  ve Avrupa’da okuyarak vakit kaybetmezdim. Ortadoğu’da, İsrail’de okurdum,” diyor ki İsrail üniversitelerinin Batı’dan daha iyi olduğunu bilmiyordum.

    25-40 arasını ise restorasyon çağı olarak tanımlıyor. Son fırsat bu, eksiğini gediğini kapat diye uyarıyor. Ben şimdi son fırsatın bittiği yerdeyim. Eksik çok…. Peki ne yapalım? 40 olduk diye bırakalım mı öğrenmeyi? Tabii ki İlber Hoca böyle bir şey demiyor. O ideal olanı, olması gerekeni söylüyor.

    Özetle İlber Hoca’ya göre:

-              -En az bir yabancı dil öğrenin ( kendi dilinizi mutlaka ama mutlaka çok iyi bilin)

-              -25 yaşına kadar dolu dolu yaşayın; farklı şehirler farklı ülkeler görün. Tabii bu ülkeleri de ağzınız açık dolaşmayın.( İlber Hoca böyle kaba bir şekilde söylemiyor tabii ki, yeni bir şehre yeni bir ülkeye gittiğinizde, uyumadan sürekli gezin, sokaklarda dolaşın, mimarisini fark edin, müzelerini mutlaka görün şeklinde söylüyor.)

-            -Eğitim en iyi müzik, matematik, filoloji ve sporla olur. Kalkınmak isteyen ülke bunlara önem verir.  "Bir toplum müzik ve matematikten anlıyorsa insanlıkla irtibat kurabiliyordur, dünyalı olmuştur.”

İlber Hoca’nın gözünden:

Ne İzlemeli?

    İtalyan yönetmen, Luchino Visconti’nin II Gattopardo ve Lanetliler’i öneriyor..  Yönetmenin iyi bir tarih bilgisi ve buna uygun ekibi olduğunu söylüyor.

    Yine bir İtalyan olan Pasoli’nin Decameron filmini izleyin ve farkı görün. “ Tarih o rengârenk Hollywood filmlerindeki gibi anlatılmaz; tarihi filmler öyle çekilmez,” diyerek Amerikan sinemasına gönderme yapıyor.

    Ayrıca Polonya’dan Andrzej Wajda ve Maceristan’dan Istvan Szabo’yu da öneriyor.

    Bizden ise; Lütfi Akad, Halit Refiğ’e dikkat çekip özellikle “Teyzem” filminin çok enteresan olduğunu söylüyor.

    İran sineması ve İran tiyatrosundan da bahsediyor. Hatta İran’ın tiyatroda da iyi olduğunu özellikle tercümeyi çok iyi becerdiklerini söylüyor.  Ben İran edebiyatını daima sevmişimdir ama tiyatro ve sinema konusunda çok iyi olduklarını fark edememişim demek ki.

Ne Dinlemeli?

    İlber Hoca’yla burada yollarımız tamamen ayrılıyor. O klasik müzik seviyor. Mozart, Beethoven, Haydn… Bunun yanı sıra Rahmaninov Rus müziğinin en büyüğüdür diyor. Bizden Fazıl Say’ı takdir ediyor. Ama Dede Efendi’yi, Hacı Arif Bey’i, Itri’yi de bilin, daha günümüze yaklaşırsak. Münir Nurettin Selçuk, Safiye Ayla ve Zehra Eren’i örnek veriyor. (Zehra Eren’i ilk kez duyuyorum.)

    Bense müzik konusunda biraz karmayım sanrıım. İlk sırada Mark Eliyahu yer almakla birlikte, Evgeny Grinko, Mohsen Namjoo, Humayün Şeceryan, bize gelirsek; Ezginin Günlüğü, Ferdi Özbeğen hayranıyım diyebilirim.

Ne Okumalı?

    Bu konuda ise İlber Hoca’yla görüşlerimiz çok benziyor. Çünkü ikimiz de Rus edebiyatını ilk sıraya koyuyoruz. Ben Rus edebiyatıyla ortaokulda tanıştım ve o günden beri benim için bir numaradır.

Fransız edebiyatından da aynı kişileri ön plana çıkarmışız: Balzac, Flaubert…

İran edebiyatını ikimiz de seviyoruz. ☺

Ve ikimiz de Amin Maalouf hayranıyız. ☺

İngiliz edebiyatıyla ilgili düşüncelerimiz  ise  Dickens’ı , Oscar Wilde’ı herkes okur, iyidir hoştur o kadar… 😊

Türkiye’de ise İhsan Oktay Anar… İhsan Oktay’ın adını görünce dedim Hoca anlıyor edebiyattan. 😊

    Genç yazarlardan ise Şule Gürbüz’ü öneriyor. Bunu not ettim “Kambur, Coşkuyla Ölmek ve Zamanın Farkında” kitaplarını mutlaka okuyacağım.

    İlber Hoca daha birçok şey söylüyor. Hatta hepsini yapmak için bir ömür yeter mi bilmiyorum. Ama planlı-programlı yaşanmadan böyle bir hayat mümkün değil.

    Eğer 25 yaşından küçükseniz bu kitabı, elinize bir not defteri alıp bir yandan okuyun bir yandan hadi evlilik planlarını falan bir kenara bırakıp J doğru yeni ülkeler, yeni şehirler görmeye yelken açın…

 

  

18 Ocak 2021 Pazartesi

Yedinci Gün- İhsan Oktay Anar


İhsan Oktay’dan okuduğum altıncı kitapla 2020 yılını kapattım. 2020 benim için en çok kitap okuduğum ama en az yorum yazdığım yıl oldu. Yılı Yedinci Gün’le kapatmaktan oldukça memnunum.  Dimağımda güzel bir tat bırakan bir eserle sonlandırdım yılı.  Ama bu kitabını da okuyunca anladım ki İhsan Oktay’ın kitaplarını yazım yıllarına göre okumak gerekiyor. Yani eğer henüz yazarın kitaplarına başlamadıysanız yazım yıllarına bakıp öyle okuyun. Zira okuduğunuz bir karakter bir sonraki kitapta karşınıza çıkabiliyor. Ben sizlere sıralamayı yapayım 😊

Puslu Kıtalar Atlası (1995)

Kitab-ül Hiyel(1996)

Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri (1997)  *Okumadığım sadece bu kitabı kaldı.

Amat (2005)

Suskunlar(2007)

Yedinci Gün (2012)

Galiz Kahraman (2014)

Gelelim kitaba;

Kitap üç ana bölümden oluşuyor: Baba-Oğul-Hayat

1870’lerde padişahın bir sineği kovalamasıyla başlıyor “Baba” bölümü ama sonra olaylar ne ara bu kadar değişiyor ve nasıl hiç kopmadan ilerliyor hayret doğrusu. İşte bu yazarın kurgu yeteğinin ve dile hâkimiyetinin bir kanıtı. Diğer kitaplarında olduğu gibi burada da ilginç karakterler var. Zaten İhsan Oktay’ın kitabında karşınıza bir kedi çıksa bilin ki o normal bir kedi değildir.

Padişahımız ulu hakanımızın tahta çıkmasından evvelki sene “Şarapçılar Sokağı”nda, elinde hiç düşmeyen şişesiyle gezen ayyaş bekçi Murtaza’nın yine tüm havagazı lambalarını çifter çifter gördüğü bir gece, bekçinin postalları altında kalan kuyruğunu almak için yıllardır Murtaza’nın peşinde miyavlayarak dolaşan bir kedidir o. 😊

Yani İhsan Oktay’ın kitaplarında olaylar ve karakterler dağların yamaçlarından düşen bir çığ misali her satırda yeni bir karakter eklene eklene büyüyor. Sonra bir bakıyorsunuz Yedinci Gün’de olduğu gibi bir padişahla başlamışsınız ama kendinizi zamanda yolculuk yapan bir adamı okurken bulmuşsunuz.  Üstelik yazar zaman makinesini öyle detaylı anlatıyor ki altında başka bir sebep arıyorsunuz. Hani aklınızdan bir acaba geçiyor. Acaba yazar İhsan Sait’le dalga mı geçiyor? Barbar Moğol İhsan Sait’i eleştirirken acaba aslında kimleri eleştirmeye çalışıyor diye düşünüyorsunuz.

Peki kitaptaki zaman yolcumuz kim? İhsan Sait. ..  Evet yine bir İhsan var kitapta. Bu kez İhsan Sait’in nezdinde oldukça eleştirel bir tavır da takınmış yazar.   İhsan Oktay’ın karakterleri hep ilginç olmuştur. Buradaki diğer bir ilginç karakterimiz de İdris Amil. İdris Amil’i hatırladınız mı?  İdris Amil, Galiz Kahraman kitabındaki kahraman. İşte bu yüzden yazarın kitapları sırayla okunmalı dedim. Önce bu kitabı okuyup İdris Amil’i burada görüp sonra Galiz Kahraman’la İdris Amil’in derinliklerine inmeliydim.  Neyse yapacak bir şey yok  artık. Zaten yazarın okumadığım bir kitabı kaldı. En kısa zamanda onu da okumak istiyorum.

Kitabın Oğul bölümü savaşı anlatıyor. Yine burada da savaşla ilgili eleştirilerini satır aralarına eklemiş yazar. Artık kim ne kadarını fark ederse. Zira ben yazarın tüm anlatmak istediklerini fark edemediğimi düşünüyorum. Anladıklarımdan hep daha fazlasını içeriyor yazarın kitapları.

Hayalet kısmında ise zaman makinesi “Zeplin” geleceğe ulaşıyor artık.  İşe bu kısımda İdris Amil Hazretleri ortaya çıkıyor.

Kitabın içinde o kadar çok olay ve kişi var ki, hepsini buraya yazmak mümkün değil. Ama beni en çok etkileyen olaylar; İhsan Sait’in gelecekte yaşayan sevgilisine ulaşmak için zaman makinesi yapması, gelecekten gelen mektup, bir Alman asilzade ile oynadığı satranç oyunundaki kazanma yöntemi, Oğul bölümündeki savaş sahneleriydi.

Zaman zaman güleceğiniz, çoğunlukla da hayret edeceğiniz bu kitabı sakin kafayla okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar.