Kitaplığımda uzun
zamandır, belki yıllardır beni bekleyen Puslu Kıtalar Atlası’ na nihayet sıra
geldi.Bazı kitaplara ilk birkaç sayfadan sonra, bazılarına yarısında, nadiren
de olsa bazılarına son sayfalarda girebilen ben, bu kitaba daha ilk cümlede
dahil oldum.
“Ulema,
cühela, ehli dubara; ehli namus, ehli işret, ve erbab-ı livata rivayet ve ilan,
hikayet ve beyanat etmişlerdir ki kun-i Kainattan 7079 yıl, İsa Mesih’ten 1681
ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra adına Kostantiniye derler tarrakası meşhur bir
kent vardı.” İşte bu ilk cümle etkilenilmeyecek gibi değil.Kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum. Ezberleme isteği uyandıran bir şiir gibi. Hatta şimdiye kadar okuduğun
kitaplar arasında en beğendiğin giriş cümlesini söyle deseniz, kesinlikle bu
cümleyi söylerdim. Kitap ilk cümleden kendini sunuyor bize. İlim, bilim, din,
argo… Ne ararsan var bende diyor.
Fantastik mi
felsefik mi olduğuna karar veremediğim, iyi kurgulanmış bu roman, masal içinde
masal anlatıyor gibi. Ama anlatılan hangi masal belirleyici diye sorarsanız, cevap
vermek zor. Kitabın her bölümü farklı bir karakter ve farklı bir olayla
başlıyor. Ama tüm olaylar gelip “ varlık” meselesinde birleşiyor.
Düşünüyorum
o halde varım diyen Rendekar’ın (Yani Rene Descartes’in, ama Rendekar ismi daha
cazip geliyor kulağa) düşüncelerini daha da ileri götürüp, düşünüyorum o halde
sadece ben var değilim, düşündüğüm için asıl sizler varsınız fikrine ulaşan,
kimin gerçek kimin düş olduğunu sorgulatan Uzun İhsan Efendi’nin yazıp oğluna verdiği kitabın adı Puslu Kıtalar Atlası. Kitabı ruh halime o kadar uygun bir zamanda okudum ki,
bunca yıl raflarda beklemesinin sebebi varmış meğer dedim.Var olma üzerine çok
kafa yorduğum şu zamanda, düşündüğüm şeylerin ben düşünmeye devam ettikçe var
olması fikri çok iyi geldi bana.
Kitabın
karakterlerine bakacak olursak, konudan daha ilginçler emin olun. 3 yaşına kadar
yaramazlığından ötürü afyon ruhuyla uyutulduğu için artık hiç uyuyamayan,
kendisine daha sonra Efrasiyab diyecek olan çocuk çetesinin ele başı Alibaz,
Bir kolunda
“ ah minel aşk” diğerinde "ve minel garaib” yazan küfürbaz korsan denizci Arap
İhsan,
Bir
zamanlar Venedik Balyosunun katipliğini yapmış, içkiye olan düşkünlüğü yüzünden
işinden olan ve başına atılan bir kerpeten sayesinde dişçilik yapmaya başlayan,
insan vücuduna merak sarıp,cesetler üzerinde çalışan ve bir anatomi kitabı yazan Kubelik,
Osmanlı
İstihbarat Teşkilatı’nın (teşkilatın yapısı ve gizliliği takdire şayan) başı
Ebrehe yani Büyük Efendi ve Ebrehe’nin cehennemden kaçmak için tasarladığı
ilginç fikirleri. Burada Ebrehe’nin anlattığı “boşluk” bana Dan Brown’un Melekler ve Şeytanlar
kitabındaki “ karşı madde” fikrini anımsattı.*
Domuz eti
yemeden duramadığı için Hınzıryedi lakabını alan dilenciler kethüdası,
Kendisine
sürekli yıldırım çarptığı için İstanbul’da dolaşması yasaklanan Dertli,
İçtiği özel
bir iksirle uyuyup,düşlerinde dünyayı dolaşan ve yaşanılan her şeyi düşlerinde
yarattığına inanan Uzun İhsan Efendi ve tüm karakterlerle bir şekilde yolu
kesişen, Uzun İhsan Efendi’nin oğlu Bünyamin.
İlk birkaç
sayfayı sabırla okursanız, yani yazarın diline alışmak için az bir çaba
gösterirseniz, tüm karakterlere, anlatılan olaylara ,anlatma şekline hayran
kalacağınız ,sizi farklı düşüncelere yöneltecek, altını çizeceğiniz birçok cümlesi olan bir kitap sizi bekliyor olacak. İyi okumalar.
* Melekler ve Şeytanlar kitabı 2000 yılında, Puslu Kıtalar
Atlası ise 1995 yılında yayımlanmıştır.
Bu kadar karakteri bu sadelikte özetlemenize hayran kaldım. Blogunuzdan anladığım kadarıyla yazarı da çok seviyorsunuz...
YanıtlaSilBu arada blogumda yaptığınız düzeltme için bir kez de buradan teşekkür ederim
Yorumunuz için ben teşekkür ederim.Ayrıca rica ederim, arada hepimizin ufak hataları oluyor, insanlık hali.
YanıtlaSil