Ne zaman edebi değeri yüksek bir
kitap okusam hak ettiğini ortaya koyamamaktan korkuyorum. Bu yüzden de yazım
süreci uzadıkça uzuyor. Üzerine bir de yeni bir kitaba başlayamamanın telaşı
ekleniyor. Kelimelerim iyice birbirine giriyor. Bazen de bir kitabı nasıl
değerlendirmem gerektiği konusunda kararsız kalıyorum. Bir kitabı
değerlendirirken, yazarın diğer kitaplarıyla mı kıyaslamalı yoksa o türde
yazılmış başka eserlerle mi? Ya da tamamen her şeyi bir kenara bırakıp eseri kendi içinde
mi değerlendirmek gerekiyor? Bu sonuncusunun en doğrusu olduğunu düşünsem de
çoğu zaman diğer yollara başvuruyorum. Bu kitabı da Puslu Kıtalar Atlası ile
kıyasladım. Puslu Kıtalar Atlası’nı çok beğenmiştim hatırlarsanız.
Galiz
Kahraman ise konu bakımından şaşırttı beni. Sanırım daha eski zamanlara ait bir
hikâye bekliyordum. Oysa İhsan Oktay bu kez günümüze yakın olmayı seçmiş. Bu
yüzden de dili daha sade ve anlaşılır hale gelmiş. Ama ben, onun o ağırlığı bin okka çeken cümlelerini okumak
isterdim açıkçası.
Kitapta, Leonardo’ nun daire
içinde çizdiği insan bedenini, kendi bedenine benzemiyor diye beğenmeyen
başkahramanımız İdris Amil Hazretleri’ nin başından geçen olaylar silsilesi
anlatılıyor. Üstelik dili iyi kullanan bir yazarın sıradanlıkları nasıl
fevkalade hale getirebileceğinin de kanıtı bu kitap.
Galiz
kahramanımız İdris Amil’in başına neler gelmiyor ki…
İkinci bir Kopernik inkılabı sayılan doğumuyla başlayan
hikaye, kahramanımızın Ümmü Gülsüm Kıraathanesi’nde* Avama Açık Sanatkar
Müellif Kursu’na gitmesi, artis
olmaya karar verip, kendini kadın rolünde İris Amir olarak bulması, Anadolu
Külhanbeyi Remiz’in ikiz kız kardeşi Remziye’yle mecburen evlenmesi, aynı
zamanda hırsızlık yapmaya çalıştığı evin kızı Dilara’yla evlenmeye zorlanışı,
Dilara’nın kız kardeşi Mualla’ya aşık oluşu, yanında beyin dalgalarını kontrol
eden koca bir radyoyla dolaşmak zorunda olan dayısının da Mualla’ya aşık
olduğunu öğrendiğinde yaptıkları, köfteciliğe el atışı ( burada verilen
tariften sonra uzun zaman dışarıda köfte yiyemeyebilirsiniz), yazar olmaya
heveslenişiyle devam edip, trajikomik bir sonla bitiyor.
Yazar bu
olayları anlatırken, kelimelerini adeta hiciv çuvalından seçmiş. Hatta
diyebilirim ki yazarımız tüm kelimelerin ucuna birer iğne takıp İstanbul’un
yokuşlarından aşağı bırakmış. Koşa koşa, her önüne gelene bata bata gidiyor
kelimeler. Kitabın bölümlere ayrılmamış olması da kelimelere hız kazandırmış.
Duraksamıyorlar bile. Yokuş aşağı koşan bu alaycı kelimeler çok da haksız
değil. Özellikle İdris Amil’in gittiği müellif kursuyla, edebiyat çevrelerine,
kahramanımızın kitap yayımlama hevesiyle, intihal yapan yazarlara,
akademisyenlere, haklı ama ağır eleştirilerde bulunmuş İhsan Oktay. İdris
Amil’in çalıntı karakterlerden oluşan eserlerine verdiği isimleri görünce bir
an çok satan kitaplar geçti gözümün önünden. Eleştirirken de tam on ikiden
vurmuş dedim yazarımız.
İşte kitabın özü de bu hırsızlık, bu
çirkinlik. Zaten “Galiz”, kaba , çirkin
anlamına geliyor. Sadece bu konuda da değil, sıradan görünen hayatımızın
içindeki tüm çirkinlikleri su üstüne çıkarmış yazar. İnsanların ne kadar
alçalabileceğini ortaya koymuş. Zaaflarımıza ayna tutmuş. Ama Efgan Bakar
karakteriyle de umutsuz olmamak gerektiği konusunda ışık yakmış. Ben de en çok
Efgan Bakara’yı sevdim zaten. İdris Amil’i galiz bir kahraman olarak sevemesem
de nefret de etmedim açıkçası. Okuyanlar da nefret etmeyecek, belki kendinden
bir parça bulacaktır. Sahi istediklerimizi elde etmek için biz ne kadar ileri
gidebiliriz. Bizler de birer Galiz Kahraman adayı değil miyiz?
Kitap
hakkında daha söylenecek çok söz var aslında. Kapak resmini İhsan Oktay’ın
çizmiş olmasını çok sevdim mesela. Kapaktaki “Mevcude’nin Dayanılmaz Hoppalığı”
yazısı ile Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabına yapılan
atıf, mülkiyet nazariyesi, Fakirlik Sınırındaki Kapitalistler İçin Menü,
Fakirlik Sınırındaki İtler İçin Menü: Bu Millete Taş Versen Yer!, kısmı, hele kitabın ilk sayfasındaki “rOBot oLmadİğnı KanıdLA” cümlesi…
Google’ ın
bu güvenlik uygulamasında, sadece robot olmadığını kanıtla yazısına tıklamanız
gerekiyor biliyorsunuz. Burada önemli
olan tık’ın kendisi değil, tıklama sırasındaki insan davranışıymış. Günümüzde
onca karmaşık şeyi yapabilen bilgisayarlar bizim basitçe yaptığımız bu tıklama
sırasındaki önceden kestirilemeyen hareketlerimizi ve tıklama süremizi taklit
edemiyorlarmış.
Yani ne
yapacağı kestirilemeyen varlıklarız, zirveye de çıkabiliyoruz, en dibe de
batabiliyoruz, sıradan görünen bir karmaşıklığın içinde yüzmekteyiz.
Kitabı
okuyacak olanlara küçük bir tavsiye: Daha önce İhsan Oktay okumadıysanız bu
kitapla başlamayın. Her ne kadar dili diğer kitaplarından daha hafif olsa da
önce diğer eserlerini okuyun, bu adam ne yazsa okunur kıvamına gelin, sonra
zaten kendinize engel olamayacaksınız.
Bu arada
yakın zamanda “ Ruhumda İz Bırakan Yazarlar/ Kitaplar Listesi” yayımlayacağım.
Bu tarz yapılan her liste muhakkak eksik olacaktır ama ilerleyen yıllarda dönüp
bakmak adına yapacağım. Bakalım sevecek misiniz?
* Kıraathanenin sahibi sürekli Ümmü Gülsüm' ü dinlediği için mekanın ismi de öyle anılıyor. Bütün zamanların en güzel sesli şarkıcısı olarak anılan Mısırlı şarkıcıyı dinlemediyseniz bir deneyin derim.Özellikle Enta Omri şarkısını beğenirim ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder