Bundan bir iki ay önce, hepimiz evlerimize çekileceğiz, tüm
dünya evde kal çağrılarıyla çalkalanacak, market gitmeye korkacağız, dışarı
çıkıp yürüyüş yapmak bile bir lüks olacak deselerdi inanır mıydık?
Şimdi ise kapadık kapılarımızı bekliyoruz. Sizi bilmem ama benim bu hayatta en iyi yapabildiğim şeydir beklemek. En çok da zaman ırmağının
kıyısında oturup geçmesini beklerim, üzüntülerimin, hayal kırıklıklarımın,
kızgınlıklarımın, öfkelerimin.
Ve her şey önünde sonunda geçer. Kış biter,
bahar biter, yaz gelir. Gece biter, gün ağarır mutlaka. Bu da elbette geçecek,
biz yine eski şikâyetlerimize döneceğiz hemen. Yanımızda hapşıran birine gönül
rahatlığıyla çok yaşa diyebilmenin, otobüste yan yana oturabilmenin, çocuğumuzu
parka götürebilmenin birer lütuf olduğunu unutup, geç gelen otobüse, otobüste
yer bulamamaya, sürekli parka gitmek isteyen çocuğumuza kızacağız yine.
O günler gelene kadar sizler evde neler yapıyorsunuz
bilmiyorum ama ben henüz sıkılmayı bırakın dinlenemedim bile. Evde kalma
sürecinde beni tek zorlayan şey; kütüphaneye gidememek ve istediğim birkaç
kitaba ulaşamamak oldu. İnternetten sipariş vermeyi de şu aralar doğru
bulmuyorum. Abartıyor muyum bilmem ama kargo getiren elemanları da düşünüyorum.
Zaten birçok insanın mecburi ihtiyaçlarını götürüyorlar, bir de benim
kitaplarla uğraşmasınlar diyorum.
Zaten kitaplığımda da okumadığım ya da okuduğum ama bloga
koymadığım kitaplar var. Ben de daha önce okuduğum ama bloga koymadığım bir
kitapla başlayayım dedim.
Ve tabii ki kitabı tekrar okudum. Bazen tüm güzel kitapları
üniversite yıllarında okumuş olduğumu artık beni derinden etkileyen kitapların
kalmadığını düşünüyorum sonra aklıma Hasan Ali ve İhsan Oktay geliyor da
rahatlıyorum. J
Şimdi gelelim kitaba:
Ah benim Kolombiyalı “Gabo”m. Büyülü gerçekçiliğin babası, kelimeleri
tılsımlı yazarım. “Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek
çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip
göstermek gerekirdi,” diyerek bize “uzun zaman önce” demenin en güzel
halini gösteren kelime ustası.
Benim için bir yazarın ne anlattığı değil nasıl anlattığı
daima ön planda olmuştur. Mesela Toptaş’ın ne anlattığı değil nasıl anlattığı
beni cezbeder. Ama Marquez hem anlatım tarzı hem anlattıklarıyla beni
büyülüyor.Yüzyıllık Yalnızlık kitabında bazı yerlerde tabularıma çarpan
cümleler de var aslında ama yine de bir masalın içinde kaybolduğumu
hissettiriyor.
Marquez, bu masalın içinde kaybolup yolumuzu bulamayız diye
de bir soy ağacı eklemiş kitabın başına. Ama yine de ben size kim kimdir kısaca
anlatayım. İnanın çok lazım olacak.
Kuzen olan Jose Arcadio Buendia ile Ursula Iguaran
evlenirler ama akraba oldukları için çocuklarının domuz kuyruklu olacağından
korkarlar. (Tabii böyle düşünen bir anne babanın soyundan gelenlerin kuzenden
öte hala-yeğen, teyze-yeğen ilişkileri yaşaması da ayrı bir ironi. )
Ursula ve Buendia’nın iki oğulları bir kızları olur. Oğullarının
birinin adı Aureliano ( Albay Aureliano) diğerinin ise Jose Arcadio’dur.
Kızları ise Amaranta(başlangıçta en çok kızdığım ve sonunda en çok üzüldüğüm karakter oldu). Bundan sonra Buendia ailesi doğan tüm erkek çocuklarına
ya Aureliano ya da Arcadio adını koyarlar. Tüm Aurelianolar daha içe kapanık
tüm Arcadiolar ise dışa dönük ve saldırgan olurlar.
Albay Aureliano’nun kötü bir şöhreti olan Pilar Ternera’dan
Aureliano adını verdikleri bir oğlu ve gittiği askeri seferlerde farklı
farklı kadınlardan adı Aureliano olan 17 oğlu olur.
Jose Arcadio’nun da Pilar Ternera ile bir çocukları olur ve
adını Arcadio koyarlar.
Jose Arcadio Rebeca ile evlenir. Rebeca, Buendialara,
sırtında anne ve babasının kemiklerini taşıdığı bir torbayla gelen
akrabalarıdır ve onu da çocukları gibi büyütürler. Tabii bu Arcadio, Rebeca ile
evlenir ama Rebeca , Pietro Crespi ile nişanlıdır ama Pietro’yu da Amaranta
sevmektedir.
Jose Arcadio’nun Pilar Ternera ile oğulları olan Arcadio, Santa
Sofia de la Piadad ile evlenir. Üç çocukları olur. Biri Güzel Remedios( sonu
çok ilginç), biri Jose Arcadi Segundo diğeri ise Aureliano Segundo’dur.
Aureliano Segundo Fernanda del Carpio ile evlenir. Onların da üç çocuğu olur.
Reneta Remedios (kısa Meme), Jose Arcadio ve Amaranta Ursula. Meme’nin Mauricio
Babilona(bir işçi)’dan Aureliano adını verdikleri bir oğlu olur. Amaranta Ursula
Gaston ile evlenir ama Aureliano’dan bir çocuk sahibi olur. (Hangi Aureliano
derseniz, Meme’nin oğlu olan maalesef) Çocuklarına Aureliona ismini koyarlar.
İşte Buendia soyu da burada son bulur.
Macando’da yaşayan Buendia ailesine 100 yıllık bir yaşam
yaratmak, okurların karıştırmaması için her bir
Aureliano’ya belirgin bir özellik atfetmek, sıradan insanların yaşamını olağanüstü
olaylarla bir masala dönüştürmek ve kasaba yavaş yavaş ölürken okurun dikkatini
canlı tutmak… Ve tüm bunların altında aslında Kolombiya’nın tarihini anlatmak…
Bence büyük bir alkışı hak ediyor.
Peki bu başarının sırrı ne? Aslında arka kapak tanıtım
yazısında yazar sırrını açıklıyor. Olağanüstü olayları sanki sıradanmış gibi
anlatmak… Tüm kasabanın uykusuzluk hastalığına yakalanmasını, herkesin 30’unda
kalıp ölmemesini, bir çarşaf katlarken aniden göğe yükselen kızı, torunlarına
sürekli hediye gönderen bir büyükbabanın son hediye olarak kendi cenazesini
paketleyip göndermesini, çingene Melquiades’in birkaç kez öldükten sonra çıkıp
çıkıp gelmesini ve daha birçok ağzımızı açık bırakan olayı öyle sakinlikle ve
öyle normalleştirerek anlatıyor ki, size inanmaktan başka çare bırakmıyor. Yani büyülü gerçekçiliği başarılı bir şekilde önümüze seriyor Marquez.
Onca karmaşık olaydan beni en çok etkileyen ise gerçekte
yaşanmış olan katliamdı. Macondo’nun kuruluşun, gelişiminin ve sonunun
anlatıldığı kitapta biraz önce de dediğim gibi aslında bir Latin Amerika ülkesi
olan Kolombiya’nın tarihi anlatılır. 5 Aralık 1928’de Cienga’da yaşanan
katliam, kitapta tren istasyonunda binlerce kişinin katledilmesi olarak
aktarılmış.
İşte beni en çok etkileyen bu olaya biraz değinmek
istiyorum.
Bir muz şirketinin işçileri bir ay grev yaparlar. Amerikan Hükumeti şirketin çıkarlarının korunması
yönünde baskı yapınca yerel hükumet, işçilerin üstüne orduyu yollar. Askerler önce
işçileri uyarır ve hemen sonra üzerilerine ateş açarlar. Resmi açıklama olarak
47 kişinin öldüğü söylense de farklı kaynaklar ölü sayısının 3000 civarı
olduğunu açıklar.
Marquez kitapta, katliam sonrasında kimsenin olayı duymadığına
ve yıllar sonra bu olayın bir hayal olarak kabul edildiğine, kimsenin olaya
inanmadığına vurgu yaparak resmi açıklamaya da bir göndermede bulunur.
Ruhumda tekrar güzel bir iz bırakan bu kitabı kesinlikle okumanızı öneriyorum. Şimdi elimde iki kitap var. Biri beni oldukça zorluyor. Bakalım bitirip yorum yazabilecek miyim?
Siz de evinden çıkmak zorunda olmayan şanlı gruptansanız lütfen "evdekalın" kitapla kalın.