Bu kitabı bitirdikten sonra ilk yaptığım iş İhsan Oktay yeni bir kitap çıkaracak mı diye aramak oldu. Zira 7 kitabını, hatta 1989 yılında Mor Köpük Dergisi’nin Oyun Özel Sayısı için yazdığı “ Rabnuma” adlı kısa hikâyeyi de okudum ve şimdi yeni bir kitap yazsın diye dört gözle bekliyorum.
Kullandığı o kendine has, kimi zaman Osmanlıca kimi zaman klasik argo ( küfürle karıştırmamak lazım bunu, ben ki küfürden asla hoşlanmam, İhsan Oktay’ın kullandığı argo çok daha farklı, ceketinin bir omzunu düşürmüş nara atan bir külhanbeyinin başı derde girmeden tüm isyanını dile getirebilmek için kullandığı bıçak sırtında dolaşan bir dil… ) kısacası o özel diliyle ve her defasında bana bir sarmalı andıran kurgusuyla tüm kitaplarından zevk aldım.
Efrasiyab’ın Hikâyeleri ise diğer kitaplarına nazaran daha anlaşılır bir dille yazılmış. Yazarı okuyanlar bilir, İhsan Oktay’ın her kitabında bir ana tema vardır. Bu kitapta ana tema ölüm gibi görünse de aslında “cennet”dir.
Bize hem çok yakın hem çok uzak bir zamanda torunlarına Efrasiyab’ın hazinelerinin yerini anlatacak olan Cezzar Dede ile Azrail arasında geçen bir oyunu anlatır kitap. Cezzar Dede ile Ölüm sırayla birer hikâye anlatacak ve her hikâye için Cezzar Dede bir saat yaşama hakkı kazanacaktır. Bu arada diğer kitaplarında olduğu gibi Uzun İhsan bu kitapta da var. Cezzar Dede ile Ölüm hikâyeleri anlatırken bir yandan da vadesi dolan Uzun İhsan’ı mahalle mahalle takip edip yakalamaya çalışır Ölüm. Kitap boyunca sekiz mahalleden geçerler, tıpkı cennetin sekiz kapısı gibi…
Hikâyelerin bir kısmı da aslında çok iyi bildiğimiz bazı hikâyelerin uyarlaması ama İhsan Oktay diliyle tabii ki. Süpermen, kırmızı başlıklı kız, vampir, kurt adam… Bunları bir de yazarın kaleminden okumak çok sevindirdi beni.
Kitabın bir yerinde Ölüm, Cezzar Dede’ye diyor ki:
“Bu gerçekten ibretlerle dolu bir hikâye. Ne var ki çok uzun. Bu yüzden de çoluk çocuğa anlatılır cinsten değil. Ayrıca takip edilmesi biraz zor gibi. Dinleyenin anlamasından çok, anlatmanın zevki için anlatılmış görünüyor.”
Sanırım İhsan Oktay’ın kitap yazarken temel aldığı felsefe bu. Yazmayı sevdiği için yazıyor, anlaşılmak gibi bir gayesi yok.
Bu arada oyunun sonu ne oluyor dersiniz? Hiç Ölüm oynadığı bir oyunu kaybeder mi? Eğer Ölüm gülümser veya ağlarsa kaybedecektir. Peki, bu mümkün mü? Bence okuyup öğrenin. ☺
Kitaptaki en sevdiğim paragraflardan birini de ekliyorum.
"Artistik ve ahlâki değerlere asırlar boyu bir türlü erişemedikleri için bunlar uğruna bir ömür harcamayı enayilik olarak gören ve güzelliği üretmek yerine onu para, şiddet ya da kurnazlıkla elde etmeyi fazilet sayan insanların ülkesindeki okullarda, en az rağbet gören ve pek ciddiye alınmayan bir ders de resimdi..."