Bir önceki yazımda Nobel ödüllü bir yazarın kitabına
başlayacağımı söylemiştim. O kitabın henüz yarısındayım. Bu aralar uğraştığım
başka bir şey var. Belki birkaç ay sonra paylaşabileceğim bir şey. O yüzden
hızlı ilerleyemiyorum. Bu arada bloğum da boş kalmasın istedim. Kısa ama
etkileyici bir kitabı sunayım dedim.
İlk sayfasında Toptaş’ın kendi el yazısıyla “Her
şeyin gönlünce olması dileğiyle.” yazdığı, benim için ayrı bir öneme sahip kitabı
Gecenin Gecesi’ni anlatayım biraz. (Yani kısacası yazarın geçen sene fuarda
imzalattığım kitabı. Bir imzaya ne anlamlar yükledim. İflah olmaz bir
hayalperestim ne yapayım.)
Kitap 5 hikâyeden oluşuyor.
İlk hikâye, Yatak: Kendisine verilen yatağa duyduğu
minneti dile getiren biri var karşımızda. Adını bilmediğimiz karakter, yatağı
sırtlayıp da yatağı ona verenlere teşekkür etmeye giderken, mecburen biz de onu
takip ediyoruz, elimizde değil takip etmemek. Çünkü yazar ilk cümleden okurun
boynuna bir ip geçiriyor, sonra o, ipi nereye sürüklerse biz de oraya gidiyoruz.
İkinci hikâye, Nihat: Babası tarafından terk edilen,
annesiyle yaşayan Nihat’ın aklını nasıl kaçırdığını öğreniyoruz.
Üçüncü hikâye, Fotoğraf: Benim en sevdiğim hikâye bu oldu.
Bir fotoğraf arayışıyla başlayan hikâye, nasıl oldu da insanların ölüm tarihini
hesaplayarak mezar taşlarını hazırlayan bir adamla bitti anlamadım bile.
Dördüncü hikâye, Veysel’in Kanatları: Hırslarına
yenik düşen bir adamın yaşadığı çöküntüyü kendi diliyle anlatmış yazar. Peki,
nedir bu HAT dili?
Yani bir kumar masası anlatılırken bir anda
sandalyeler uçuşa uçuşa yanınıza gelebilir; kumar masasındaki hali, sevinen ,
üzülen, kendini durduramayan kanlı canlı bir insanken, bir cümle sonra uçarak
terk edebilir orayı kahraman. Ve biz hiç şaşırmayız, bu durumu tuhaf bulmayız.
Büyülü gerçekçiliğe benzese de bence, büyülü gerçekçiliğin bir adım ötesinde
Toptaş’ın dili. O kelimelerden ibaret bir dünyada yaşıyor. Onun kelimeleri
nefes alıyor, ritim tutuyor, dans ediyor, kimi zaman da ölüyor. Bazı kitaplarında yokuş yukarı çıkıyor
kelimeler, o kitaplarını okuması çok zor o yüzden – Bin Hüzünlü Haz mesela-. Bu
kitabında ise yokuş aşağı bırakmışlar kelimeler kendilerini, hiç duraksamadan
bir oturuşta okunuyorlar.
Gelelim son hikâyeye, Şeytan Uçurtması: Annesi ölmüş
bir çocuğun( tabi ben böyle bir çırpıda söylüyorum ama çocuğun annesinin
öldüğünü anlamak için kelimeleri cımbızla seçmek gerekiyor) üvey kardeşine
karşı hissettikleri anlatılıyor. Özellikle sonu oldukça etkileyici bitirilmiş hikâyenin.
Peki, bu kitabı tavsiye ediyor muyum?
Toptaş’ın diğer kitaplarıyla kıyaslarsam ki
romanları hikâyelerle kıyaslamak ne kadar doğru tartışılır ama yine de içimden
bir ses illa kıyasla diyor. Bu da benim doğruyu bilip yanlışı yapan tarafım
işte. Bazen onun dediğini yapmazsam hiç susmaz ben de dediğini yaparım. Neyse
işte, diğer kitaplarıyla kıyaslarsam; öteki kitaplarından aldığım haz daha
fazlaydı. Fakat yiğidi öldürelim hakkını
yemeyelim, Toptaş hikâyeciliği bambaşka bir boyuta taşımış. O yüzden kesinlikle
okuyun derim. Ayrıca kitabın içindeki Ümit Ünal çizimleri kitaba ayrı bir hoşluk katmış.