Granada
İmparatorluğu’nun çökmesi Endülüs Yahudilerinin de sonunu getirir.Kral
Ferdinand ve Kraliçe Elizabeth El-Hamra Fermanı’nı imzalayarak kendi dinlerinden olmayan (ki kendileri
Katolik) Yahudilere acımasız hatta vahşice davranmaya başlarlar.
Yazarımız
daha önceki kitapta olduğu gibi yine New York sokaklarında başlıyor bu hikayeyi
anlatmaya.Tıpkı Ahmet Ümit’in Başkomiser Nevzat’ı kullanması gibi yazarımız da
öğrenci Beyazıt’ı çıkarıyor karşımıza ikinci kitapta da.
New York sokaklarında bir Endülüs
kuyumcusu dükkanına giren Beyazıt, sefaradların yani Endülüs Yahudilerinin çektiği
zulmü, dükkan sahibi David Marrano’dan dinliyor.
Kitabın ana konusu, Yahudilerin
zorla Hıristiyanlaştırılması, Hıristiyanlığı tam uygulamayan,en ufak Yahudilik
belirtisi gösterenlerin diri diri yakılması, Hıristiyan olmayı kabul
etmeyenlerin ise tüm mal varlıklarını bırakarak ülkeyi terk etmek zorunda
olmaları.
Ve tüm dünya bu acıya sessiz
kalırken Sultan Bayezid’in yardım eli uzatması.
Sadece Yahudilerin yaşadıkları
anlatılmıyor tabi ki.
Sultan Bayezid’in sefih bir
şehzade olmaktan kurtulup bir cihan imparatoruna dönüşmesini de el almış
yazar.Hat sanatını zirveye taşıyan Hamdullah Çelebi’nin bu dönüşüme katkısını
da es geçmemiş.Yahudilerden sonra sıranın Müslümanlara geleceğinin ipuçlarını
da vermiş.
Sadece
bunlar da değil geri planda anlatılanlar.
Davud ile
Elif,David ile Esther.Biri mutlu biten, biri yarım kalan aşk hikayesi.
Sultan
Bayezid’in Yahudileri Osmanlı topraklarına getirmesi için görevlendirdiği Kaptan-ı Derya Kemal Reis’in yeğeni Piri
Reis’in yıldızlara olan tutkusu,ölçümleri.
Endülüs’teki
tüm Arapça ve İbranice kitapları yakmakla görevli Keşiş Santiago’nun doğunun İslam
filozofları ile tanışması.
Kristof
Kolombus’ un Katolik kralların desteğiyle Atlas Okyanusu'nu geçmesi.
Yani kitabın içeriği oldukça dolu
ve ilgi çekici.Yazarın anlatımı da yine etkileyici.Okuduğum iki kitabından sonra,yazarımız aksiyon sahnelerini
çok başarılı anlatıyor ve okurun heyecanının azalmasına hiç izin vermiyor diyebilirim.
Kitap ilerledikçe,özellikle Keşiş
Santiago’nun bölümlerinde ise benim aklımda hep aynı soru dönüp durdu.
Aklı,ilmin
ve inancın merkezine koyan Farabi, batı ülkelerinde 16. yüzyıla kadar okunmuş
olan Tıp Kanunu kitabının yazarı İbn-i Sina, her şeyin akıl ile
anlaşılabileceğini öne süren İbn Rüşd, doğu ve batının ilk cebir kitabını yazan
Harezmi, Ebu Bekir el Razi, El-Kindi, İbn-i Haldun…
Daha benim ismini sayamadığım
birçok filozofun bağrından çıktığı doğu nasıl yeterince ilerleyemedi,nasıl bu
kadar düşüşe geçebildi?Kütüphaneleri yıkan,kitapları yakan,matbaayı şeytan aleti
addeden batının torunları ise nasıl tırmanabildi merdivenleri üçer beşer?
Acaba doğu tüm enerjisini dinini korumaya harcamak yerine
ilmini koruyup nesillerden nesillere aktarabilseydi daha mı farklı olurdu
dünya?
Not:Son sayfalardaki satır sonlarında hecelerine yanlış ayrılan kelimelerin çokluğu,birkaç yerde yapılan basım hatası,yazar için büyük hayal kırıklığı olsa gerek.Ben bir okur olarak bu yanlışları gördükçe içim cız ettiyse yazarı düşünmek bile istemiyorum.
Son paragraf (Not'tan önceki) slogan olur, bayıldım!
YanıtlaSilTeşekkürler Ceydam.Keşke daha iç açıcı sloganlarımız olsa.
Sil