Uzun zaman önce okumuştum
Semerkant’ı. Bundan 15-16 yıl önceydi galiba. Ömer Hayyam’la tanışmam da bu
kitap sayesinde olmuştu. Geç kalmışlık hissiyle telaşlanıp Hayyam’la ilgili
bulabildiğim tüm kitapları okumaya başlamıştım hemen.Hayata bakış açısı
etkilemişti beni.Ve aynı zamanda sıkı bir Amin Maalouf hayranı da oluvermiştim.
Gelelim kitaba;
Kitap kendi içinde 4 kitaptan
oluşuyor.Ama ben anlatırken kafa karıştırmamak için bunlara bölüm demeyi daha
uygun buldum.
Birinci bölümde(Şairler ve
Sevgililer), Hayyam’la tanışıyoruz. Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah
ilişkisini ele alıyor yazar.Devletine en parlak dönemi yaşatan Büyük Selçuklu
Hükümdarı Melikşah’ tan da bahsediyor doğal olarak.Ama nedense Melikşah’ın hep
olumsuz özellikleri üzerinde durmuş.Terken Hatun’un (Melikşah’ın
karısı,Selçukluların Hürrem’i) siyasete nasıl müdahale ettiğini de anlatmış.
İkinci bölümde(Haşhaşiler
Cenneti), Nizamülmülk tarafından aldatılan Hasan Sabbah’ın, intikamını almak
için Semerkant'a dönmesini ve Alamut'u anlatıyor. (Hasan Sabbah’ın fedailerini nasıl
yetiştirdiğiyle ilgili daha detaylı bilgi isterseniz Fedailerin Kalesi Alamut -Vladimir
Bartol sizi tatmin edebilir.) Alamut’un tarihçesini anlatırken bir felaketten de
bahsediyor yazarımız:Moğol istilası…Yine yıkılan kütüphaneler,yakılan
kitaplar.Kim bilir nice sırlar,evreni daha erken keşfetmemizi sağlayacak nice
bilgiler yok oldu o kitaplarla.Hayyam’ ın El Yazması kitabı da kül oldu
belki.Ama yazarımız Rubaiyat için başka bir son yazmayı uygun görmüş.Moğol
istilasından kurtarıp yıllar sonra başka bir felaketin kucağına atmış El Yazması Rubaiyat’ı.
Üçüncü bölümde (Bininci Yılın Sonu),
yazarımız Benjamin Omer Lesage olarak karşımıza çıkıyor. 1870’lerde yaşamış olan
anne ve babasının hikayesini anlatmakla başlıyor kendini tanıtmaya.1895 yılında
ise adını aldığı Ömer Hayyam’ın kitabının peşine düşüyor. Benjamin o
yılların İran’ını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.Günümüz İran’ını
anlamak için sanırım tam da Benjamin’in yaşadığı yılları iyi okumak
gerekiyor.Yazar da bunu amaçlamış ve yaşanan siyasi çalkantıları,devrimin ayak
seslerini bir yabancını gözünden anlatarak İran gerçeğini okuyucuya
aktarabilmiş.Mali sıkıntı içinde olan İran’ın dışarıdan aldığı her borç
karşılığında yolların,bankaların ve haberleşme ağının yabancı bir devletin
tekeline geçtiğini ,Şah’ın seyahatleri yüzünden de borç alınmaya devam ettiğini
de belirtmeden geçmemiş yazarımız.
Dördüncü bölümde (Denizde Bir Şair)ise,
Ömer Hayam için çıktığı yolculukta İran’ın iç işlerine dahil olan Benjamin’in Şah’ın
torunu Şirin ile birlikte Amerika’ya dönme macerasını konu edinmiş.
Peki Benjamin ve Şirin
dönebildiler mi?
Ömer Hayyam’ın kitabına ne oldu?
Moğol istilasından kurtulan
Rubaiyat’ın Tanrı bile batıramaz denilen Titanic’te ne işi vardı?
Ve İran’da yükselen eşitlik,özgürlük sesleri nasıl sustu?
Tüm bu soruların cevabını
öğrenmek isterseniz bu kitabı okuyun muhakkak.
Hayyam'ın bir rubaisiyle bu yorumu da bitirelim.
Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;
Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;
Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm
Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam."
Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;
Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm
Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam."
Yazara dair;Amin Maalouf Lübnan doğumlu bir yazar.1975’ten beri Paris’te
yaşıyor olsa da,kitaplarını Fransızca yazsa da doğuyu iyi tanıyan bir
yazar.Eğer okuyacağınız kitapta doğudan motifler görmek hoşunuza gidiyorsa
Maalouf’un tüm kitaplarını kütüphanenize ekleyin.