Kitapların ön sözünü okur musunuz?
Ben ön söz okumayı çok severim. Hatta kitabı elime aldığımda önce o ilk sayfadaki
ISBN e kadar incelerim.Pek akıl karı değil farkındayım ama kitabın basım
yılını,nerede basıldığını,kaçıncı basım olduğunu bilirsem kitap ete kemiğe
bürünüyor adeta benim için.Yazarın hayatını okumak ise ayrı bir keyif veriyor
bana.Okuduğu okullara bakıyorum.İlk kitabını yazdığında kaç yaşında olduğuna
bakarken hayallere dalıyorum.Hani ilk kitabını geç bir yaşta yazmışsa içime bir
umut doğuyor.Belki ilerde ben de yazabilirim diye.
Ön sözü okurken yazarın kitabı
yazma sürecine dahil olurum. Kitabın yazılma fikri nasıl ortaya çıkmış,yazarken
nelerden yararlanılmış,bunlar mühim.Ama “Bir Adam Yaratmak” kitabının ön sözünü
okuyunca keşke okumasaydım dedim.Ön sözde yazar,kitapta vermeye çalıştığı
fikirleri,satır aralarında anlamamız gereken düşünceleri ,imaları açıkça yazmış.Bence edebiyat gizemli bir kapı gibi.Sadece bu gizemi çözmeye
çalışan açabilmeli kapıyı ve hak eden girmeli içeri.
Gelelim kitaba;
Bu bir roman değil. Piyes türünde
yazılmış.Piyes okuması zor bir yazın türü bence.Diyelim ki yazar karakterin acı
çektiğini ya da hüzünlü olduğunu anlatacak.Bir romanda yazar;
“Bütün dünyanın yükü omuzlarında
gibi eğilmiş, gözlerinden geçen hüznü
saklamaya çalışarak her şey buraya kadarmış diyordu.” derken piyeste ise yazar;
Önce parantez içinde mekanın ve
karakterin fiziksel özelliklerini o anki duruşunu tasvir eder. Sonra karaktere
söyletmek istediği cümleyi söyletir.
Bu durumda siz önce parantez içini
okur ve gözünüzde canlandırmaya çalışırsınız. Sonra karakterin cümlesini okuyup
hayalinizde birleştirirsiniz.Ya da kısa yolu tercih edip parantez içlerini hiç
okumazsınız.Bu durumda eserin ne kadar derinine inebileceğiniz meçhuldür.
Yani piyes okumak zordur ama
yazmak daha da zor olsa gerek.
Necip Fazıl’ın piyesinin
kahramanı Husrev bir piyes yazarıdır. Kendini incir ağacına asan bir adamı konu
eden bir piyes yazar Husrev. Husrev’ in yazdığı piyesteki kahraman, babasının
kendisini astığı incir ağacına asıyor kendini.Bir kaza sonucunda annesini
öldürünce intihar fikri yerleşiyor beynine.Bu bana “Inception” filmini hatırlattı.Küçücük bir
fikrin insan beynine yerleştikten sonra neler olabileceğine dair bir film.
Husrev yazdığı piyes hakkında
arkadaşlarıyla konuşurken, tabancayla kazara birini öldürmenin ne kadar mümkün
olabileceğini tartışırlar. Husrev olayı canlandırarak mümkünlüğünü kanıtlamaya
çalışır. Bu esnada kazara halasının kızı Selma’yı öldürür. Ve Husrev içinden
bir türlü çıkamadığı dipsiz bir kuyuya düşer.
“Eserimi niçin yazdım? Onu
öldürmek için mi?Onu niçin öldürdüm?Eserimi yazdığım için mi?” Bu kısır
döngüden kurtulamaz.Aklı başında görünen bir insanın adım adım deliliğe
yaklaşmasını adeta yaşatıyor bize yazar.40 yıldır sorgulamadığı her şeyi
sorgular hale geliyor Husrev.Bu kazayla gözünden bir perde kalkıyor sanki.Nasıl
yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkmamalıydım diyor.İlginçtir ki
Husrev hayatı sorgulamaya başladıkça deliriyor.Düşündükçe aklını kaybediyor.
Yazar olmanın belki de en güzel
yanlarından biri söyleyemediğin şeyleri kitabında kahramanlara söyletebilmek
olsa gerek. Piyeste şöyle bir replik var:
Husrev:Osman
Osman:Buyurun beyim
Husrev:Allah var mı?
Osman: (Korkmuş incinmiş) Elbette var, elbette var.
HUSREV - Ne biliyorsun?
OSMAN - (Adeta isyankâr) Bilmez miyim? Biliyorum.
HUSREV - Göster öyleyse!
OSMAN - Gösteremem. Fakat var.
HUSREV - Osman! Ben de
gösteremem. Fakat bence de var. (Bir an,
başı teessürle göğsüne düşen Osman'a bakar.) Sorsana niçin diye?
OSMAN - (Hıçkırıklı)
Niçin efendim?
HUSREV - Görünmediği için. Görünen şeylerden
olmadığı için.
Necip Fazıl piyesinde Allah’ın
varlığını sorguluyor. Bir dönem sağcıların (ki sağcı=Müslüman olduğu dönemler)
idolü bir yazar eserinde Allah var mı diyor. Adil olmak adına hemen belirtelim
o dönem solcular Necip Fazıl okumazken sağcılar da Nazım Hikmet okumuyorlar.İki
taraf da büyük bir yazarı tanıma fırsatından mahrum kalmışlar.Hala bu tür
ön yargılar devam etse de etkisi daha az artık.Yazarın kimliğine odaklanınca
yazılanları kaçıracağını bilen bir nesiliz bence( ya da olması gerekeni varmış
gibi algılıyorum ben). Biz biliyoruz ki
yazarı etiketlersek büyük resmi göremeyiz. Küçük bir çerçevenin içinde dolaşıp
kendimizi kandırırız.
Zaten bence müziğin, dansın, resmin; dini, ırkı olmadığı
gibi edebiyatın da dini, ırkı yok.Hatta kelimelerin dili de yok.Önemli olan
kelimelerin size hissettirdikleridir. Önemli olan okuduğumuz kelimelerin
ruhumuzda bıraktığı izlerdir.Sevinç, herkes için sevinçtir.Acı, herkes için
acıdır.Duygular evrenseldir.
Neyse konuyu dağıttım kitaba
dönelim. Kitabın sonunda eserin yazılış hikâyesi var. Necip Fazıl 1935’te
“Tohum” adlı bir piyes yazar. Edebiyat çevresi çok beğense de izleyicisi az
olur. Bunun üzerine yazarımız her kesimi bir araya getirecek kendi deyimiyle
seyirciyi fiziki acıya boğacak bir piyes yazmaya karar verir. Ortaya “Bir Adam
Yaratmak” çıkar. Çok daha başarılı olur. Muhsin Ertuğrul’un oynadığı piyes gün
geçtikçe daha çok izlenir. Neden mi?Çünkü piyeste Husrev’in yaşadığı acı
anlatılmıştır ve duygular evrenseldir.Herkesi etkisi altına alır.
Doğrusu Muhsin Ertuğrul’dan canlı
olarak izlemek isterdim piyesi.1978 yılında televizyon filmi olarak çekilmiş. 1994 yılında ise İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenmiş.Televizyon
filmi olarak değil ama tiyatro olarak muhakkak izlemek istiyorum.
Son söz; bu piyes muhakkak
okunmalı.