13 Nisan 2024 Cumartesi

Adsız Roman- Sema Soykan

 

Uzun zaman önce okuduğum ama hakkındaki düşüncelerimi bir türlü yazamadığım bir kitapla geldim. Kitabı sevdiğim bir arkadaşın tavsiyesi üzerine okudum. Yazarın okuduğum ilk kitabı. Çokça emek verildiğine inandığım bir kitap olmuş.

Kitap iki hikâyenin sarmal bir yapıyla anlatılmasından oluşuyor. Annesi ve babası bir intikam yüzünden öldürülen Neri’yi korumak için dedesi yurt dışına gönderir. Neri’nin yıllar sonra İstanbul’a gelmesi ve ailesine ait antika bir vazoyu almasıyla da olaylar başlar. Vazodan Neri’nin anneannesinin yazdığı roman sayfaları çıkar.

Bundan sonraki kısımlarda bir yandan Neri’nin, ailesiyle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışmasına bir yandan ise çok ama çok geriye 1864 yılında yaşananlara tanıklık ederiz.

1864 Çerkes sürgünü ve soykırımı. Yazarın tüm çıplaklığıyla dehşet yıllarını önümüze serdiği, bu kadar vahşet nasıl mümkün olabilir dediğimiz, insanlığın bittiği olaylar… Yazar soykırımı anlatırken Çerkes kültürünü, tarihini, o dönemin dünya siyasetini de anlatıyor. Kullanılan isimler, konuşma şekilleri, töreler o kadar yerli yerinde ki, yazarın ne kadar emek verdiğini anlayabiliyorsunuz.

Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”

Bu satırlar nasıl bir vahşet yaşandığını gayet net bir şekilde anlatıyor zaten. Yazar bu vahşeti ne kadar gerçekçi anlatıyorsa tüm bu vahşetin içinde filizlenen bir aşkı da bir o kadar gerçekçi anlatıyor. Sürgün yıllarında yaşayan Janset ve Jankat’ın aşkı yanı başımızda yaşanıyormuş gibi sahici… Zaten aşk zamansız bir duygu değil mi? Yazan yüreğinde hissediyorsa yazdıklarını zamanın ötesinden gelen sesi bir nefes kadar yakın oluyor. Janset’in tüm kıskançlıklarını, aşk için bekleyişlerini, vazgeçişlerini, yüreğinin deli gibi çarpmasını onun yanındaymış gibi hissedebildim.

Sarmal bir yapıda dediğim kitabın diğer tarafında da Neri ve Aras var. Ailesiyle ilgili gizemi çözmeye çalışan Neri ile ona yardım eden Aras arasında da bir aşk filizlenir ve bu aşk Janset-Jankat aşkıyla paralel ilerler. Ama ben Neri ile Aras’ın aşkını yanı başımda hissetmedim açıkçası. Kitabın 1864 yılı kısmı ne kadar yakınsa günümüz kısmı bir o kadar uzak kaldı bana. Tabii kitabın büyüsünü bozacak şekilde bir uzaklık değil hissettiğim. Kitabın iki yanını birer kefeye koyduğumu farz edersek sürgün yılları daha ağır bastı diyelim.

Eğer Sema Soykan’ı daha önce okumadıysanız ve yeni yazarlara şans veriyorsanız( bu arada okumadığımız her yazar bizim için yeni yazardır) deneyin mutlaka.

Bu arada Sinemis Masalı’nı çok merak ettim. Bakalım siz de benim kadar merak edecek misiniz?

26 Şubat 2024 Pazartesi

Ankara, Mon Amour! - Şükran Yiğit

 

Ankara’ya bundan tam 22 yıl önce ilk kez gittiğimde beni gri bir şehir karşıladı. Hafif bir yağmur da yağıyordu. Eskişehir’den bir grup arkadaş trene atlayıp gitmiştik. Hayatımın en güzel yolculuklarından biriydi belki de. Ama tüm o neşemize rağmen Ankara’yı sevemedim. O yolculuktan 3 yıl sonra bu kez mesleğine başlamış ve üye olduğu sendikanın yaptıklarını henüz yargılamaya başlamamış, tüm düşünceleri kendi düşüncesi kadar art niyetsiz zanneden bir genç olarak gittiğimde de sevmedim Ankara’yı. Aylardan ekimdi ve inanılmaz soğuktu.

Tabii bir şehri sevmemek o şehirde geçen hikâyeleri sevmemeyi gerektirmiyor. Zaten öyle ön yargılarım da yok.  Ama yazarın bir önceki kitabı Burası Radyo Şarampol’ü Antalya’da geçtiği için ayrı sevmiştim. Daha doğrusu kitabı sevme nedenimi olayların geçtiği şehre bağlamıştım. Hatta karakterle kendimi özdeşleştirmiştim. Ne hikmetse bu kitabındaki karakteri de benimsedim. Demek ki olayın hikmeti yazarda. İki kitabında da geçmiş yılların Türkiyesinin anlatım tarzı insanı içine çekiyor. Çocukların gözünden dünyayı anlatmayı çok iyi biliyor yazar. Okurken siz de karakterle birlikte kah yedi kah on beş yaşına bürünebiliyorsunuz.  Ayrıca bence yazarın en büyük başarısı geçmiş yılları anlatırken toplum hafızasını iyi kullanmak.

“60’lı yılların sonları, Ankara… Süreyya’ya yapılan haksızlığın milletçe hepimizi elemden eleme gark edip, mahallemizin kadınlarının neredeyse toplu hezeyanlara kapılmasına, erkeklerin ise her gün sabah yedibuçuk ajansında Nasır’ın neler yaptığını dinleyip dinleyip yıllardır hasretini çektiğimiz liderin nihayet bulunduğuna inanmalarına beş var ya da beş geçiyor…”

“… Adyojolikandi ve İndira Gandi arasında hiçbir bağlantının olmadığının söylenmesinden duyduğum hayal kırıklığını bile düşünemez olmuşum…”

“Mahallede gazoz kapağı savaşları günde üç partiye çıkmış, köşedeki İtimat Bakkaliyesi’ne iki renkli misketler gelmiş…”

Sanırım bu cümleler yazarın bizi henüz çocukların sokaklarda doyasıya oynadığı zamanın tam ortasına tepeden bıraktığının ipuçları…

Peki ne anlatıyor kitap? İki küçük kızın arkadaşlığıyla başlayan kitapta imkânsız bir aşk beliriveriyor kapımızda. Suna, Emel, Gülay ve Ömer’in etrafında dönen hikâye hiç beklemediğimiz bir şekilde sona eriyor. Ama ben anlatılan aşktan ziyade Suna’nın ağzından anlatılan ilk bölümleri, hayatı bir çocuğun gözünden izlemeyi daha çok sevdim. Zaten sonraki her bölümü başka bir karakterden okuyoruz. Asıl konuşması gereken karakterin ne düşündüğünü, neden kendine böyle bir son hazırladığını ise hiç bilemeyeceğiz. Biraz yarım kalmış, sonları hızlı geçmiş bir hikâye gibi düşünülse de hayatın ta kendisi bence. Yaşanmak istenen çoğu şey yarım kalmıyor mu bizim için de? Ve hayat çağlayan bir nehir gibi hızla akıp gitmiyor mu ellerimizden?

Türkiye’nin 60’lı yıllarından başlayıp 2000’li yıllara kadar anlatılınca doğal olarak geçiş hızı daha da artıyor. Sonuçta bir dönem romanı değil. 60’lı, 80’li yılların tüm detaylarını, çalkantılarını okumayı beklerseniz hayal kırıklığına uğrarsınız. Ben sıcacık bir dille yazılmış, içinde çokça da hüzün barındıran bir hikâye olarak okudum. Sanırım yazarı benimsediğim için olumsuzlukları görmezden geldim. Yaş aldıkça daha mı hoşgörülü oluyorum yoksa bilemiyorum. 

Siz de sizi sarıp sarmalayan sonra da kalbinizde bir ağrıya yol açacak bir kitap arıyorsanız okuyabilirsiniz.