7 Aralık 2019 Cumartesi

Beni Kör Kuyularda - Hasan Ali Toptaş


Hasan Ali Toptaş bir mevsim olsaydı kesinlikle “kış” olurdu. Hem de atalarımızın zemheri dediği, yüreğimizi çatır çatır çatlatan, iliklerimize kadar üşüten, hiçbir yün çorabın ayaklarımızı ısıtamayacağı türden…

Ve ben, kelimeleriyle insana kara kışı yaşatan bu yazarı sürekli okuyup yüreğimi sıkıştırma halinden vazgeçemiyorum.

Bende de bir “seyir merakı” var demek ki… İçimdeki kör kuyunun başında dibi görmeye uğraşıyorum. Bazen çok derinlerden bir ses geliyor, seviniyorum. Ta ki kendi sesimin bir yankısı olduğunu anlayana kadar.
Evet bende de bir seyir merakı var lakin kendi kuyumu seyrediyorum. Oysa “Beni Kör Kuyularda” kitabında başkalarının acılarını seyretmekten zevk alan hatta bundan vazgeçemeyen insanların hikâyesi var.

Yine tipik bir HAT romanıyla karşı karşıyayız. Ama yazar gün geçtikçe dilini sadeleştirip, etkisini derinleştirmiş olacak ki bu kitabı daha da kolay okunuyor.
Okunması kolay ama anlaşılması biraz çaba istiyor. Mesela romanı okurken “Güldiyar’ın başına ne geldi?” sorusuna takılırsanız asıl meseleyi kaçırırsınız.
Ne Güldiyar’ın başına ne geldiğine ne de gözünden dökülen taşlara odaklanın. Güldiyar’ın gözünden dökülen taşları görmek için koşup koşup gelen,  Güldiyar’ın acısını bir rant kapısına çeviren insanlara dönün yüzünüzü. Ne geldi başına, niye geldi demeyin hiç. Güldiyar’ı suçlayacak bir ipucu arayıp vicdanlarınızı susturmaya çalışmayın.  Ve romandan çıkıp bakın etrafınıza, sosyal medyaya, televizyonlara… Başkasının acısından beslenen insanlar sadece roman kahramanı mı yoksa toplumun yeni var ettiği kanlı canlı bir tür mü?

Keşke sadece kitaplarda kalsa ama HAT aslında hayatın gerçeklerini kendine has o alegorik yöntemiyle, kimi zaman gözyaşlarını taşa dönüştürerek, kimi zaman umutları, duvar halısındaki geyiklerin canlanmasına bağlayarak, kimi zaman da doğruları, çıktığı ağaç dalında kumruya dönüşen bir meczubun ağzından ortaya döküyor.

Yoksulluğu, çaresizliği, yaşayan bir varlığa dönüştürmeyi çok iyi bilen HAT,  “Kayıp Hayaller Kitabı”, “ Sonsuzluğa Nokta” , “Bin Hüzünlü Haz” gibi olay örgüsünün bile anlatılması zor olan kitaplarına nazaran daha sade bir yola sokuyor okuru bu kitabında. Okurken beynimiz yorulmayacak ama Güldiyar’ın gözlerinden dökülen taşlar, yüreğimize oturacak. O minik minik taşlar büyüyecek büyüyecek, nefes borumuzu tıkayacak. Bu hayatta sessiz kaldığımız her bir haksızlık için bir taş düşecek avuçlarımıza kitaptan.

Okuması çok kolay olacak kitabı. Son cümleyle kitabı kapatıp kafamızı kaldırdığımızda, yerine yeni bir beden gelsin diye Güldiyar’ın küçücük bedeniyle birlikte göğe yükselen nice bedenler fark edeceğiz. Bazıları sokakta gördüğümüz, bazıları televizyonda izlediğimiz, bazıları üç günlük hafızalarımızda "hastaq"li bir isimden ibaret kalacak olan, bazıları ise hiç haberdar bile olmadığımız bedenler…

Kitabın içeriğiyle ilgili söyleyebileceklerim bu kadar ama bir de kitabın ismini konuşmak gerek. Toptaş’ın kitaplarına verdiği isimleri her zaman sevmişimdir. Sanırım Toptaş ne yapsa seveceğim. 😊

Bu kitabın ismini de sevdim çünkü “Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın” şarkısı da derin duygular uyandırır bende.

Şuracığa bir video bırakayım, siz de Timur Selçuk’un o güzel sesinden dinleyin bu şarkıyı.


Son olarak da Sosyal Edebiyat Dergisi'nin 19.sayısında çıkan hikayemin linkini de ekleyeyim. Blogumu okuyanlardan da bir yorum isterim hikaye ile ilgili.

"HALİME"

https://www.sosyaledebiyat.com/post/hali%CC%87me