27 Şubat 2019 Çarşamba

Başucumda Müzik- Kürşat Başar


      Bir kitabı birkaç kez okumak bazı insanlara anlamsız gelirken bazı insanlar için çok önemlidir. Kimin fikri daha doğrudur bilemem. Okuduklarımdan öğrendiğim bir şey varsa o da hayatta çoğu zaman mutlak doğrular olmadığıdır. Benim doğruma gelince; bir kitap onlarca kez okunabilir. Kitapları tekrar okuduğum zaman hep, sonunu biliyorsun ama derler. Oysa ben bir kitabı sonunu öğrenmek için okumam. Okurken bana ne hissettirdiği önemlidir ve aradan geçen zaman hislerimi değiştirebilir. Bu kitabı da ilk kez 2013 yılında okumuştum. İlk okuduğumda çok hüzünlenmiştim. Şimdi hüzünlenmek kelimesi yetmiyor hislerimi anlatmaya. O zaman sadece yaşanan aşkın sonuna üzülmüştüm.Şimdiyse zamanın acımasızlığı da burkuyor yüreğimi.

       Yazarın da dediği gibi insan, çocukken zamanın geçip gidebilen, durdurulamayan bir şey olduğunu anlamıyor. Yaş ilerledikçe ne kadar önemli hale geliyor yılların geçiş hızı oysa.

       Ben bu zamanın acımasızlığını , iç sıkıntısını, hayatın sonu olduğu düşüncesinin yürekte bıraktığı ince sızıyı, akıp giden o nehri durdurmaya kimsenin gücünün yetmediği gerçeğini bu kadar derinden bir de Mücella  kitabında hissetmiştim.

       Başucumda Müzik kitabını ilk okuduğum zaman, gerçek bir hayat hikayesi olduğu için bu kadar etkilendiğimi düşünmüştüm. Sonra kitaptaki kişilerin hayatlarını biraz araştırınca anladım ki bu kitap, Fatin Rüştü Zorlu ile Vesamet Kutlu’nun yaşadıklarını birebir anlatmıyor. Kitaptaki adamla kadının yaşadıklarının eşsizliği, Başar’ın aşka yüklediği anlamların bir sonucu. Açıkçası Fatin Rüştü ile Vesamet Kutlu’nun hayatlarını çok inceleyip, kitabın büyüsünü de bozmak istemedim.
Evli bir bakan ile bir diplomat eşinin yaşadıklarını öyle bir anlatıyor ki Başar, insan tüm o tabuları, ahlak anlayışını bir kenara atıp, yaşanan aşka saygı duyuyor. “İdam ettiler, bitti...Daha çok sorma artık.” sözünü okurken sadece , bu aşkta birinci kadın olup olmadığı bile belli olmayan diplomat eşine üzülüyor insan.

       Kadın o kadar çok seviyor ki adamı...Tüm hayatı onu beklemekle, ayda yılda birkaç kez görüşerek, kendine ait bir hayat kurmadan, sadece onunla görüşeceği günler için yaşamakla geçiyor. Kadının nelerden vazgeçtiğini bilmiyor adam. Nasıl bir ikilemin arasında boğulduğunu, kendini bir hayale kaptırıp, evli değilmiş gibi hissetmeye başladığını , aynı evi paylaştığı kocasının haberi bile olmadan, aynı evin içinde bambaşka bir hayat kurduğunu hiç bilmiyor.

     
       Kadın hep, onunla karşılaşmasını bu aşkın yaşanmak zorunda olmasına bağlıyor. İnsan aşıkken ne kadar mantıksız düşünüyor değil mi? Tüm rastlantıların bir sebebi varmış, ileride mutlaka tekrar karşılaşılıp yarım kalanlar yaşanabilirmiş gibi hissediyor insan. Oysa hayat garip rastlantılar yumağı değil her zaman. Kimi tesadüflerin yaşam içerisinde şaşılacak bir anlamı yok. Bir gün bir sokağa sapar, birini görürsünüz. Ben bu yolu seçmeseydim onunla karşılaşamazdım diye avutursunuz kendinizi. Oysa diğer sokağa dönseydiniz, başka biriyle karşılaşacak, aynı cümleleri yine kuracaktınız. Hayatın hepi topu bu işte.

       Kürşat Başar, hem ancak yazıya dökülünce yüce bir duyguya dönüşen yasak bir aşkı hem de arka planda Türkiye’de, dünyada neler olup bittiğini anlatıyor.  Siyaset, sinema ve sanat dünyasında yaşanan gelişmeleri ustaca yerleştiriyor satır aralarına yazar.
      
       Bu kitaptan bana kalan , aşkın yaşandığı zaman değil, yazıldığı zaman daha güzel olduğu ve hayatın önünde sonunda biteceği gerçeği...

       Evet hayat bir gün bitecek. Çocuklarımız büyüyecek, belki hiç kabullenemeyeceğimiz bir anlayışa bürünecek toplum, filmler eski tadı vermeyecek, unutamayız sandığımız kalp ağrılarının sızısı bile kalmayacak. Ellerimiz buruş buruş, yüzümüzde çizgiler, “daha dün bu sokaklarda koşuyordum ben” deyip, pencere önlerinde güneşimizin batacağı günü bekleyeceğiz. Dönmeyen sevgililerin, tutulamayan sözlerin aksine o güneş bir gün mutlaka bizim için de batacak.

       O gün gelene dek, nasıl hissediyorsanız öyle davranın. Ama hep güzel şeyler hissedin. Yaşanan şeylerin pişmanlığı elbet bir gün geçiyor da yaşanamayanların sızısı hep kalıyor. Güneşiniz battığında, yaşayamadığınız için pişman olduğunuz hiçbir şey olmaması dileğiyle...

       Not: Bazı kitaplar için, ben beğendim ama bilmem siz beğenir misiniz, ya da benim hoşuma gitmedi ama siz yine de okuyun derim. Bu kitap içinse mutlaka okuyun diyorum. Başucunuzdan müzik eksilmesin.

24 Şubat 2019 Pazar

İtiraf- İskender Pala


Bu kitabın özüne inebilmek için önce kısaca tanımamız gereken biri var: Molla Lütfi.

15.yüzyılda (Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazıd döneminde) yaşamış ve Ali Kuşçu’ nun talebeliğini yapmış olan Molla Lütfi, Fatih’in özel kütüphanesinin başına getirilmiş, böylece birçok değerli esere ulaşarak, farklı bilimleri öğrenmiştir. Birçok eseri bulunan Molla Lütfi, bir eserinde Eski Mısır ve Yunan matematikçilerinin üzerinde çalıştığı Delos problemini* de konu edinmiştir.

Pozitif bilimle ilgilenen, Fatih’le şakalaşacak kadar yakınlık kuran (sonra araları bozulmuştur), dönemin veziri Sinan Paşa’nın dostu, yaşadığı devrin bilginlerini eleştirmekten çekinmeyen Mola Lütfi, 23 Ocak 1495 tarihinde zındıklık ve ilhad suçlamasıyla boynu vurularak idam edilmiştir.

Şimdi gelelim kitaba,

Henüz 9 yaşındayken anne ve babasını bir savaşta kaybeden Ornio’nun Tanrıya ve Büyük Kartal’a(Fatih Sultan Mehmet) karşı giriştiği mücadeleyi, Yavuz Sultan Selim’e anlatmasıyla başlar kitap. Ornio’nun misyonu olandelinecek bir gemi, tamir edilecek bir duvar ve öldürecek bir çocuk varsözünün neredeyse her sayfada tekrarlandığı kitap, Ornio’nun Osmanlı ulemasının arasına sızıp gemide delik açma çabalarını anlatıyor bize. Amacına ulaşmak için bir basamak olarak gördüğü Molla Lütfi’nin talebeliğini yapmaya başlayan Ornio bu amaç uğrunda neler yapmaz ki...

Aşere-i Muhabbese (on habis insan) adlı bir örgüt kurar. Molla Lütfi’nin hırslı ve kibirli fıtratından yararlanıp, alimler arasına nifak sokar. Molla Lütfi’nin vaazlarda söylediği cümleleri cımbızla seçip, yanlış anlaşılmaya yol açacak şekilde tüm halka yayar. Çünkü, dinin alimler arasında değil de halk arasında tartışılmaya başlandığı anda insanların birbirine düşman olduğunu anlar.

İmzasız mektuplarla ulemayı birbirine düşürür. Hatta bu mektup yazma işini abartarak Fransa Kralı’na Cem Sultan için Beyazıd Sultan’dan aldığı fidyeyi arttırmasını yazar.

Molla Lütfi’nin Sinan Paşa’yla sürgüne gönderilmesinin ardından Venedik’e gidip, Bellini’nin yardımcısı olarak döner. Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapmasına yardım eder. Fatih’e bu kadar yaklaşmışken de onu zehirlemeye çalışır.

Molla Lütfi’nin söylemediği sözler yüzünden yargılanmaya başlamasıyla da, herhangi bir yolsuzluğun sızamayacağı kadar sağlam olan Osmalı hukuk sistemini bozmak için elinden geleni yapar. Molla lütfi’nin zındıklık suçlamasıyla idam edilmesini ister. Böylece Osmanlı alimlerinin yüreğine zındıklık korkusunun yerleşip, ilim hayatının gelişmesine ve özgür fikirlerin ifade edilmesine mani olmaya çalışır.

Kitabın sonlarına doğru Ornio’nun nasıl yakalandığının uyandırdığı merakı saymazsam , çok sık tekrara düşen, İskender Pala’nın diğer kitaplarıyla kıyaslanamayacak kadar dili hafif ama etkisi az bir kitap var karşımızda. Kitabın vermek istediği mesaj ve günümüzde de hiçbir şeyin değişmediğini açıkça gösterebilmesi çok isabetli olsa da Pala’dan beklediğim seviyede bir kitap değildi. En azından okuduğum , Katre-i Matem, Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk, Karun ve Anarşist, Efsane, Şah ve Sultan kitapları arasında bir sıralama yapacak olursam , İtiraf en sonda yer alır maalesef.

Aslında kitabın tek handikapı onu Pala’nın yazmış olması. Bu kitabı başka biri yazmış olsaydı, biraz tekrara düşmüş ama ne kadar doğru bir konu seçmiş, içinde ne kadar doğru mesajlar var derdim. Ama yazar Pala olunca benim beklentim epey yükseliyor.

Pala’yı okumayı istiyor ama dili çok ağırdır söyleminden ötürü çekiniyorsanız, bu kitap size göre. Emin olun oldukça rahat okuyacaksınız.




Delos Problemi: Problemin tarihçesi ile ilgili farklı hikayeler mevcut ama benim en çok hoşuma giden şu :
Vebayla mücadele eden Delos halkı, Apollon rahibine müracaat eder ve salgının geçmesi için sunak taşını iki katına çıkarmaları gerektiği cevabını alırlar. Mimarlarla bu iş çözülemeyince, Platon’dan yardım isterler. Bu arada aslında Apollon rahibinin amacı, Yunanlılara matematiği ihmal ettiklerinin söylemektir. Neyse sonuçta Platon orta orantı ile sorunun çözüleceğini ifade eder. Molla Lütfi bu hikayeye dayanarak bir eser yazar. Küpün 2 kat yapılmasının , yanına başka bir küp ilave etmek demek olmadığını, küpü 8 defa büyütmek demek olduğunu açıklar.