Bir kitabı birkaç kez okumak bazı insanlara anlamsız gelirken
bazı insanlar için çok önemlidir. Kimin fikri daha doğrudur
bilemem. Okuduklarımdan öğrendiğim bir şey varsa o da hayatta
çoğu zaman mutlak doğrular olmadığıdır. Benim doğruma
gelince; bir kitap onlarca kez okunabilir. Kitapları tekrar okuduğum
zaman hep, sonunu biliyorsun ama derler. Oysa ben bir kitabı sonunu
öğrenmek için okumam. Okurken bana ne hissettirdiği önemlidir ve
aradan geçen zaman hislerimi değiştirebilir. Bu kitabı da ilk kez
2013 yılında okumuştum. İlk okuduğumda çok hüzünlenmiştim.
Şimdi hüzünlenmek kelimesi yetmiyor hislerimi anlatmaya. O zaman
sadece yaşanan aşkın sonuna üzülmüştüm.Şimdiyse zamanın
acımasızlığı da burkuyor yüreğimi.
Yazarın da dediği
gibi insan, çocukken zamanın geçip gidebilen, durdurulamayan bir
şey olduğunu anlamıyor. Yaş ilerledikçe ne kadar önemli hale
geliyor yılların geçiş hızı oysa.
Ben bu zamanın
acımasızlığını , iç sıkıntısını, hayatın sonu olduğu
düşüncesinin yürekte bıraktığı ince sızıyı, akıp giden o
nehri durdurmaya kimsenin gücünün yetmediği gerçeğini bu kadar
derinden bir de Mücella kitabında hissetmiştim.
Başucumda Müzik
kitabını ilk okuduğum zaman, gerçek bir hayat hikayesi olduğu
için bu kadar etkilendiğimi düşünmüştüm. Sonra kitaptaki
kişilerin hayatlarını biraz araştırınca anladım ki bu kitap,
Fatin Rüştü Zorlu ile Vesamet Kutlu’nun yaşadıklarını
birebir anlatmıyor. Kitaptaki adamla kadının yaşadıklarının
eşsizliği, Başar’ın aşka yüklediği anlamların bir sonucu.
Açıkçası Fatin Rüştü ile Vesamet Kutlu’nun hayatlarını çok
inceleyip, kitabın büyüsünü de bozmak istemedim.
Evli bir bakan ile
bir diplomat eşinin yaşadıklarını öyle bir anlatıyor ki Başar,
insan tüm o tabuları, ahlak anlayışını bir kenara atıp,
yaşanan aşka saygı duyuyor. “İdam ettiler, bitti...Daha çok
sorma artık.” sözünü okurken sadece , bu aşkta birinci kadın
olup olmadığı bile belli olmayan diplomat eşine üzülüyor
insan.
Kadın o kadar çok
seviyor ki adamı...Tüm hayatı onu beklemekle, ayda yılda birkaç
kez görüşerek, kendine ait bir hayat kurmadan, sadece onunla
görüşeceği günler için yaşamakla geçiyor. Kadının nelerden
vazgeçtiğini bilmiyor adam. Nasıl bir ikilemin arasında
boğulduğunu, kendini bir hayale kaptırıp, evli değilmiş gibi
hissetmeye başladığını , aynı evi paylaştığı kocasının
haberi bile olmadan, aynı evin içinde bambaşka bir hayat kurduğunu
hiç bilmiyor.
Kadın hep, onunla
karşılaşmasını bu aşkın yaşanmak zorunda olmasına bağlıyor.
İnsan aşıkken ne kadar mantıksız düşünüyor değil mi? Tüm
rastlantıların bir sebebi varmış, ileride mutlaka tekrar
karşılaşılıp yarım kalanlar yaşanabilirmiş gibi hissediyor
insan. Oysa hayat garip rastlantılar yumağı değil her zaman. Kimi
tesadüflerin yaşam içerisinde şaşılacak bir anlamı yok. Bir gün
bir sokağa sapar, birini görürsünüz. Ben bu yolu seçmeseydim
onunla karşılaşamazdım diye avutursunuz kendinizi. Oysa diğer
sokağa dönseydiniz, başka biriyle karşılaşacak, aynı cümleleri
yine kuracaktınız. Hayatın hepi topu bu işte.
Kürşat Başar, hem ancak yazıya dökülünce yüce bir duyguya dönüşen yasak bir aşkı hem de arka planda Türkiye’de, dünyada neler olup bittiğini anlatıyor. Siyaset, sinema ve sanat dünyasında yaşanan gelişmeleri ustaca yerleştiriyor satır aralarına yazar.
Bu kitaptan bana
kalan , aşkın yaşandığı zaman değil, yazıldığı zaman daha
güzel olduğu ve hayatın önünde sonunda biteceği gerçeği...
Evet hayat bir gün
bitecek. Çocuklarımız büyüyecek, belki hiç kabullenemeyeceğimiz
bir anlayışa bürünecek toplum, filmler eski tadı vermeyecek,
unutamayız sandığımız kalp ağrılarının sızısı bile
kalmayacak. Ellerimiz buruş buruş, yüzümüzde çizgiler, “daha
dün bu sokaklarda koşuyordum ben” deyip, pencere önlerinde
güneşimizin batacağı günü bekleyeceğiz. Dönmeyen
sevgililerin, tutulamayan sözlerin aksine o güneş bir gün mutlaka
bizim için de batacak.
O gün gelene dek,
nasıl hissediyorsanız öyle davranın. Ama hep güzel şeyler
hissedin. Yaşanan şeylerin pişmanlığı elbet bir gün geçiyor da
yaşanamayanların sızısı hep kalıyor. Güneşiniz battığında,
yaşayamadığınız için pişman olduğunuz hiçbir şey olmaması
dileğiyle...
Not: Bazı kitaplar
için, ben beğendim ama bilmem siz beğenir misiniz, ya da benim
hoşuma gitmedi ama siz yine de okuyun derim. Bu kitap içinse
mutlaka okuyun diyorum. Başucunuzdan müzik eksilmesin.