Çocuk
tacizcilerini öldüren bir seri katil, kızı organ yetmezliğinden öldüğü halde
organ kaçakçılığından servet yapmış bir doktor, kendi çocuklarının organlarını
satıp yaşamaya çalışan Suriyeli mülteciler… Hepsini bir romanda harmanlamış
Ahmet Ümit.
Konu çocuk
taciziyle ilgili olunca önce biraz önyargılı yaklaştım kitaba. Son zamanlarda
yaşananlar yüzünden mi bu konuyu seçti, nasıl olsa dikkat çeker diye mi düşündü
yazar dedim. Ama okurken fikrim değişti. Bu kitap sadece bir polisiye değil,
aynı zamanda toplumun bu konudaki tepkisini doğru yönlendirebilecek bir kitap
olmuş.
Öncelikle
şunu söyleyeyim; Baş komiser Nevzat,yardımcısı Ali ve güzel kriminologumuz
Zeynep yine karşımızda. Baş komiser Nevzat bu kitapla birlikte iyice ete kemiğe
büründü benim için. Ahmet Ümit edebiyatımızda sık rastlanmayan bir şeyi çok iyi
başarıyor. Bir karakteri birden fazla kitapta kullanmak öyle kolay değildir.
Yazılan her kitapta, öncekilerle çelişmemelidir o karakter. Yazar, eğer kendi
yarattığı kahramanı iyi tanımazsa, karakter kitaba uymaz, iğreti kalır. Ama
Baş komiser Nevzat ve ekibi tüm kitaplarda tam bir uyum içindeler.
Bu sıkı
ekibimiz bu kez çocuk tacizcilerini öldüren bir seri katilin peşindeler. Seri katil
ülkemizde sık rastlanmayan bir kavram olduğu için daha da ilgi çekici olmuş
kitap. Körebe, yani katil, kendine has ritüellerle 2012 yılında 12 kişiyi
öldürmüş, inzivaya çekilmiş, 5 yıl sonra ise tekrar ortaya çıkmıştır. Ama son
işlenen cinayetleri gerçekten Körebe mi işlemiştir? Yoksa başka bir katil daha
mı vardır?
Yazarımız katil kim acaba diye okuru heyecan içinde bırakırken, aynı
zamanda çocuk tacizcileriyle ilgili de çok doğru tespitler yapmış. Çocuk
tacizcilerini öldüren bir katil ile ilgili ne hissetmeliyiz? Öldürülenler hak
etmiş mi demeliyiz? Yoksa onların da bir zamanlar çocuk olduğunu ve büyük
ihtimalle çocukken tacize uğradıklarını mı düşünmeliyiz? Bu sorulara da cevap
arıyor kitap. Ayrıca çocuk taciziyle ilgili her haberden sonra, bunları
meydanda sallandırmalıyız şeklinde yaptığımız yorumların ne kadar basit ve
sorunu çözmeyen bir yaklaşım olduğunu, kötüyü yok etmenin kötülüğü yok
etmediğini, tacizcilere anlayış göstermekle onları anlamaya çalışmanın farklı
şeyler olduğunu, tacizciyi ortadan kaldırmakla bu işin son bulmayacağını, suçluyla
mücadele etmenin kolay olduğunu, asıl zor olanın ve yapmamız gerekenin suçla
mücadele olduğunu çok güzel anlatmış yazarımız.
Ahmet
Ümit’in kitapları arasında en beğendiğim bu kitap oldu. Cesurca yazılmış ve
toplumsal bir sorunun kökenine inmeye çalışan çözüm odaklı bir roman olmuş. Ama
kitapta yer almayan, çocuk tacizi kadar önemli olan, belki de çoğumuzun
farkında olmadan yaptığı,aslında düpedüz istismar sayılan davranışları da
düşünmeliyiz.
Önce
kendimizi bir sorgulayalım. Çocuklarımızı, özellikle kız çocuklarımızı adeta küçük
bir kadın gibi giydirip, sosyal medyada sergiliyor muyuz ya da sergileyenleri
beğeni yağmuruna tutuyor muyuz? Küçücük bedenlerin, korku, şaşkınlık veya
izleyenlerde merak uyandırabilecek hallerini videolara çekip izlenme sayımızı
arttırmaya çalışıyor muyuz? Çocuğumuzun her anını sosyal medya aracılığıyla
yayınlayarak, onları bir araç olarak kullanıyor muyuz? Eğer bunları yapıyorsak,
biz de istismarcı olmuyor muyuz?
İstismar
sadece çocuk bedenini zevk aracı olarak görmekle olmuyor. Tacizcilerin psikolojisini
ne kadar çabalasam da anlayamıyorum zaten ama “normal” ebeveynlerin farkında
olarak ya da olmadan yaptıkları bu davranışların nasıl istismar olarak
görülmediğini hiç anlayamıyorum. Biz yetişkinler şunu iyice anlamalıyız ki,
dünyaya getirdiğimiz çocuklar bizim oyuncaklarımız değil, onlar sağlıklı
yetişirse sağlıklı bir toplum olmamızı sağlayacak olan bireylerdir.
Neyse ben
konuyu biraz dağıttım sanırım, kitaba geri dönecek olursak, Ahmet Ümit seri
katilin peşinde koşarken muhalif söylemlerden de kaçınmamış. “Alçaklıkların en
rezili siyasi alçaklıktır.Buna bir de mezhep ve dini karıştırırsan, bildiğin
şerefsizlik çıkar ortaya… İşte şu anda onu yaşıyoruz.Üstelik bunun bedelini,
bütün millet ödüyor… Bari zavallı Suriyelilere yardım edebilsek.Onu da
yapamıyoruz.Sus , sus, daha fazla konuşturma beni..”
“Kendisinden olmayanlara yaşam hakkı tanımayan
idarelerde önce polis teşkilatı
kirlenirdi.” Sözleriyle mevcut idareye dokundurmalar, Suriye politikasına
göndermelerde bulunmuş.
Ayrıca
sizde de oluyor mu bilmiyorum ama Ahmet Ümit’i okurken İstanbul için
üzülüyorum. Satır aralarında görünen İstanbul resmi içimi acıtıyor. Çirkin
binalar, çarpık yapılaşma, insanın zamanını ellerinin arasından çalan o yoğun
trafik… Her yaz İstanbul’a gidip orada kaldığım süre zarfında bile bu kadar fark
etmiyorum bir şehrin gittikçe yok oluşunu.
Ha bir de
kitabın adının neden Kırlangıç Çığlığı olduğu meselesi var. Bunun cevabını da
okumak isteyenler bulsun. Ayrıca ben katili doğru tahmin ettim.Üstelik o
karakter ilk göründüğü anda. Bakalım sizin tahmininiz de doğru çıkacak mı? İyi
okumalar.