Beynimin kıvrımlarında dolaşan
cümleler bütünlük arz etmiyor bir süredir.Sanki zamanda sıçramalar
yaşıyorum.Aynı zaman dilimine ait iki cümlem yok gibi.Neden şimdi hatırladığımı
anlayamadığım binlerce anı…Kimi çocukluğumdan, kimi üniversite yıllarından, kimi
de daha yakın bir zamana ait. Hepsi bir araya gelip, sıralarını bile beklemeden
beynime üşüştüler. Peki hangi anı daha çok acıtıyor? Bilemiyorum.
Böyle bir
ruh halindeyken başladım Selim İleri’nin Yarın Yapayalnız kitabına. Handan
Sarp’ın sayıklamaları kendi sayıklamalarıma karıştı bir anda.Yazar yarattığı
kahramana adeta bir ruh üflemişti.O denli gerçekti.Öyle ki Handan Sarp’ı gerçek
bir opera sanatçısı zannettim.Ama Handan Sarp’ın karamsarlığını kaldıramayacak
bir psikolojideydim ve okumaya hazır olduğumda devam etmek üzere kitaba ara
verdim.Yarım bıraktım demeye dilim varmıyor aslında. Çünkü kendimi ihanet etmiş
gibi hissediyorum.Handan Sarp’a, yazara,edebiyata, kelimelere ve kendime…
Bu
psikolojiden kurtulmak için ne yaptım dersiniz.Tabi ki tek sığınağıma,
Çalıkuşu’na koştum. Ancak Feride’nin sonunda mutluluğu yakaladığını okumak beni
kendime getirebilirdi.
Sonra,kendi
kitaplığımdan uzak bir şehirdeyken, Stephen King’in Çılgınlığın Ötesi kitabıyla karşılaştım.
Stephen King daha önce okumadığım bir yazardı. King ‘in yazdığı Yeşil Yol’ u
sinemada seyretmiş ve çok beğenmiştim ama bu beğeni senaryonun
etkileyiciliğinden mi kaynaklanıyor yoksa oyuncuların ve yönetmenin performansı
yüzünden mi karar verememiştim. Zira Tom Hanks’in oynadığı tüm filmleri sevmişimdir.
Yani
kısacası ilk kez bir korku- gerilim kitabı okudum. Başlarken dedim ki,
kelimeler beni üzebiliyor, mutlu edebiliyor, ağlatabiliyor, kalbimi
sıkıştırabiliyor ama peki korkutabilir mi, adrenalin seviyemi yükseltebilir
mi? Kitabı bitirdiğimde sorularıma yanıt buldum ve kelimelerin gücüne bir kez daha şahit oldum.
Kitabın
orijinal adı Rose Madder. Ama Çılgınlığın Ötesi oldukça uygun bir isim olmuş.
Çünkü yazar sınırları zorlayan bir hikaye sermiş önümüze. Kocasının
işkencelerine 14 yıl katlandıktan sonra, çarşaftaki tek bir kan damlasının
etkisiyle evden kaçmaya karar veren Rose McClendon Daniels’in var oluş
mücadelesini,sıradan bir hayata dönebilme çabasını anlatıyor yazar. Kocasından
işkence gören bir kadının korkularını kelimelerle hissettirebiliyor. Öyle
sahneler anlatıyor ki zihninizde canlandırmak bile istemiyorsunuz.
Gerçek
hayatta karşılaşılan bir vakayla başlayan yazar, yola olağanüstü olaylarla devam
ediyor. Rose’u adeta kendine çağıran, başka dünyaya açılan garip bir tablo,
Norman ‘ ın ( Rose’un kocası) yüzü haline gelen bir boğa maskesi, tablodaki
kadının tüyler ürpertici yardımları, bir polis olan Norman’ın fazla gelişmiş
önsezileriyle, karısını bulmak uğruna karşısına çıkan insanları öldürürken
uyguladığı vahşet, aksiyon filmlerini aratmayan bir kovalamaca, ödenen bedeller
ve aşk, çorak bir toprakta bile yeşermeye çalışan çiçekler gibi, olmadık yerde,
umulmadık zamanda karşımıza çıkan o müthiş duygu…
Bana iki
günde , hele ki mutfak- salon arasında sıkışıp kaldığım bir zamanda böyle
adrenalin dolu anlar yaşatabildiği için yazarı tebrik ediyorum. Siz de bu yaz
sıcağında evde kapalı kaldıysanız, hayatınızda heyecan istiyor ama eviniz
yeterince aksiyon dolu değilse, bu kitap tam ihtiyacınız olan şey.
Stephen
King ciddi bir hayran kitlesine sahip. Ve yazarın bu kitaptan daha çok beğenilen
kitapları mevcut. Özellikle Kara Kule serisini ben de ilk fırsatta okumayı
planlıyorum.
Bu kitabı
okuyunca anladım ki arada bir çizgimin dışına çıkabilirim. Kim bilir belki de
farklı türler okumak farklı pencereler açar bana. Ama yine de önceliğim
korku-gerilim-aksiyon kitapları değil. Böyle söylüyorum ama şuan yeni
başladığım kitap Stephen King ‘i aratmıyor. Elimdeki kitabı da bitirdikten
sonra özüme dönüş yapacağım. Güvendiğim, beni hayal kırıklığına uğratmayacağına
emin olduğum bir yazarın, kendi yarattığı dünyasında bir süre beni hapsetmesine
izin vereceğim. Bu denli güvenebilmek de ancak edebi dünyada oluyor. O yüzden
yaşasın Edebiyat!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder