21 Aralık 2016 Çarşamba

Uzun Beyaz Bulut Gelibolu - Buket UZUNER

Vatan uğruna ölmek! Son zamanlarda sıkça kullandığımız ne ağır, ne derin bir cümle.Peki vatan nedir?Üzerinde yaşadığımız toprak parçasını kutsallaştıran ne?Uğrunda ölünen ve ölünmeye devam edilecek olan topraklar ne zaman vatan olmaya başladı?

Gerilere gidip düşünelim Ama öyle 100-200 yıl öncesine değil.Ta en başa gidelim.İnsanın bu dünyada var olmaya başladığı ilk zamanlara.Onların vatanı tüm dünyaydı.Sonra insan nesli çoğaldıkça işler karıştı.İnsan elindekiyle yetinmeyince,başkasının olana göz dikmeye başlayınca toprak parçası da kutsallaştı ve küçüldü.En sonunda da insanoğlu kendini 195 küçük vatana hapsetti.Oysa kocaman bir dünya vardı elimizde.Sadece “insan” olarak kalabilseydi insanoğlu bu koca dünya hepimize yetecekti.Ama sadece insan olarak kalmak zor hatta imkansız.İnsan kelimesi illa da önüne bir sıfat istiyor.Beyaz insan,siyah insan,doğulu insan, batılı insan,Hıristiyan insan,Müslüman insan,dinsiz insan…

1915 senesinde ise büyük vatanı olarak bildiği İngiltere’nin emirlerine yürekten bağlı Yeni Zelandalı Aliastair John Taylor ile vatanını savunmak için ölümü göze almış binlerce gençten biri olan Ali Osman, kurşunların arasında birbirlerine rastlayıp sadece insan olunabileceğini gösterirler.

Bu iki gencin hikayesinde keşke gerçek olsaymış dediğim,var olma amacımızı düşündüren hazin bir sır var.

Onların bu sırrı Yeni Zelanda’dan Çanakkale’nin Ece Yaylası köyündeki ağır aksanlı İngilizce konuşan, 70 yaşındaki Beyaz Hala’ya gelen bir misafirle ortaya çıkar.

İşte hikaye büyük dedesinin Çanakkale Savaşı’nda ölmediğine inanan Yeni Zelandalı Viki’nin bu ziyaretiyle başlıyor. Psikolog olan Viki’nin hayattaki tek amacı büyük dedesinin gizemini çözmektir.

Kitabın karakterlerinden birinin psikolog olması iyi düşünülmüş bir ayrıntı.
Böylece bol bol tahlil yapabilmiş yazar.Buket Uzuner’in tahlillerini derin ve gerçekçi bulmuşumdur hep.Bir karakterin iç çatışmasını okurken kendimi sorgulatır bana.Sanırım bu yüzden Buket Uzuner’i daima severek okuyacağım.Neyse biz kitaba dönelim.

Kitapta Çanakkale yılları mektuplarla anlatılmış. Viki’nin büyük dedesinin (Aliastair John Taylor) mektuplarıyla vatanlarından binlerce kilometre uzağa gelip, daha önce sadece adını duydukları bir milleti yok etmek isterken ölen Anzakların duygularına tanık oluyoruz. Hatta kendimizi bir Anzak askeri yerine koyup üzülüyoruz.Hukuk fakültesini yarıda bırakıp savaşa katılan bir Türk aydını Ali Osman’ın mektuplarıyla ise 1915 senesinin İstanbul yaşamını ve savaşın Türk cephesinde yaşanan sıkıntıları öğreniyoruz.

Kitapta Çanakkale Savaşı zemin alınarak verilen bir insanlık dersi var. Kitabın temelini insan olmanın önemi oluşturuyor yani. Ayrıntılarda ise;doğu-batı çatışması,tarih bilincinin önemi,Çanakkale Savaşı’nın hatırasına Anzaklar kadar sahip çıkamayışımız,reklam dünyasının tarihi değerlere önem verme adı altında yaptıkları sömürü ve hayatın olmazsa olmazı aşk var.Ama benim satır aralarında okuyup en beğendiğim şey tarihin,içine kurgu karışmadan yazılamayacağı gerçeği oldu.

Peki Viki’nin dedesine ait sır ne oldu dersiniz?

Kitabı okursanız bu sırrın çözüldüğünü ama henüz insanların anlayabileceği, incitmeden koruyabileceği bir gerçek olmadığı için daima sır olarak kalması gerektiğini üzülerek anlayacaksınız.

Ülke olarak, dünya olarak yaşadığımız şu kötü günlerde bu kitap bana çok iyi bildiğim bir şeyi hatırlattı:
Savaşlarda kaybeden daima insanlık olmuştur.

İnsanlığımızı geri kazanacağımız günlere uyanmak umuduyla…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder