Yazarla ilgili olan düşüncelerimi
söylemeye bilmem gerek var mı? Bir şekilde yazdıklarına bağlıyor
beni. Yüzümde garip bir tebessüm bırakıyor çoğunlukla. Bazen
geçmişe ait bir iz, bazen sevdiğim bir kitabın adını görüyorum
romanlarında. Eğer ana karakterle de bağ kurabilirsem kitabı
beğendim diyebiliyorum.
Ömer’in
edebiyat dergisi çıkarması mı,( bir zamanlar Sosyal Edebiyat
dergisi çıkarmıştık. Hey gidi günler.) üniversitede
akademisyen olması mı,( tabii o da elinden alınıyor o ayrı bir
konu) sevdiği kitaplar mı yoksa gerçek zannettiği geçmişinin
aslında çok farklı olması mı bilmem ama çabuk bağ kurdum.
Aslında
kitap Ömer’in yazdığı mektupla tam olarak mektup değil de
kendi hayatını biri için yazıya dökmesiyle başlıyor. Bu
kişinin kim olduğunu da kitabın sonunda öğreniyoruz. Ömer lise
yıllarından yani 1990’lardan başlayarak anlatıyor
yaşadıklarını. 2019’lara kadar devam ediyor.
Ömer
arkadaşlarıyla lisede edebiyat dergisi çıkarmaya çalışan ama
idarenin engeli yüzünden dergi konusunda yalnız bırakılan bir
çocuk. Üstelik küçük yaşlarda annesini kaybetmiş, annesinin
ölümünden sorumlu tuttuğu kardeşiyle ve babasıyla anlaşamayan
sadece ablasıyla arası iyi olan öfkeli biri.
Yazar
Ömer’in hayatı akıp giderken ülkenin de nasıl bir değişime
uğradığını çok yerinde tespitler yaparak anlatıyor. 1990’lı
yıllardan 2019’lara kadarki zamanı anlatırken Türkiye’de
yaşanan siyasi olaylara, gündelik yaşama yer veriyor. Böyle
olunca bazen yazar konuyu dallandırıp budaklandırıyor gibi
hissedebilirsiniz. Ama hayat tek bir yolda akıp gitmiyor. Bizim
farkında olup önemsemediğimiz ya da farkında bile olmadığımız
çok yan yol var.
Bir
kitapta en sevdiğim şeylerden biri sevdiğim kitap isimlerine
rastlamak. Çünkü kitaplar bizi başka kitaplara götürmeli. Diğer
hoşuma giden şey ise yazarın diğer kitaplarındaki karakterlere
rastlamak. Burada ikisi de mevcut.
Ayfer
Tunç Yeşil Peri Gecesi, Yusuf Atılgan Anayurt Oteli, H.A. Toptaş
Gölgesizler, Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm... Kitapta geçen
ve benim sevdiğim kitaplardan birkaçı.
Ve
Körburun’daki Onur hoca ve bizim meşhur kitapçı.
Hükümenoğlu’nun kitaplarıyla ilgili yorum yapanların hala bu
kitapçı detayına nasıl önem vermediklerini anlamıyorum. Bir
kitapta başka bir kitaptan karakter görünce yabancı bir şehirde
sevdiğim birine rastlamış gibi oluyorum ben.
Kitapla
ilgili en çok eleştirilen şey ise atmaca metaforunun yeterince iyi
işlenmediği olmuş.
Galiba
çoğu okur o atmacının bir yerde daha belirgin bir şekilde ortaya
çıkmasını, olayların gidişatını tamamen değiştirmesini ve
bizim de aaa bak işte atmaca bu yüzden var dememizi istiyor.
Sonuçta
kitabın başında Ömer’in yaz tatilinde çalıştığı butik
otelde garip bir şekilde ortaya çıkıp sonra metafor olarak onun
göğsüne yerleşen atmacanın çok ses getirmesi gerektiği
düşünülmüş.
Oysa
içimizde kopan fırtınalar her zaman çok ses getirmiyor. Usul usul
alttan çalan bir fon gibi ömür boyu süren bir ses, atılan
çığlıktan daha mı az değerli?
Ben
bu yapılan eleştirileri haksız buldum. Ömer’in öfkesi gerçek
bir insanın öfkesiydi. Yıllar süren hiç geçmeyen duyguları çok
iyi bilirim.
Yani
ezcümle ben yine Hükümenoğlu’nu beğendim. Hep yazsın hep
okuyayım.
Bu arada görseli bu kez yapay zekaya yaptırdım. Sevdim ben yapay zeka işini ama dipsiz bir kuyu gibi dikkat etmek lazım.