Bu kez yazdığım ödevi yarım bıraktım, ödevin ortasında hop yeni bir sayfa açıp bu yazıyı yazmaya başladım. Ödevimden kaçıyor da olabilirim ama orasını karıştırmayın boş verin siz. Yağmur konusunda ne yazabilirim diye düşünürken, neden kısa bir hikâyecik yazmayayım dedim. Bakalım nasıl olacak…
“Yağmur usul usul, şıp şıp şıp diye damlamaya başlamıştı yeni boyattığı ayakkabısının tam da ucuna. Daha ne kadar burada böyle bekleyeceğini kendi de bilmiyordu. Yağmurun ne zaman duracağı belli mi olurdu? Belki saatlerce sürer belki de birden kesiliverirdi.
Damlaların giderek hızlanacağını önünden geçen insanların telaşından anlayabiliyordu. Kimsenin ıslanmaya tahammülü yoktu. Bir an önce kuru bir yere, olmadı bir dükkân tentesinin altına girmeye çalışıyorlardı. Koşan insan sayısı artınca oturduğu banktan ayağa kalktı, etrafını sakince izlemeye devam etti, henüz gitmeye niyeti yoktu.
Her düşen damlada bir anı gözünün önünde büyüyordu. Bir damlada sokakta misket oynuyor, diğerinde okuldan çıkar çıkmaz kravatını gevşetip top sahasına koşuyor, öbüründe işten dönerken karşısına çıkan deniz mavisi iki gözün esiri oluyordu. Hayat da tıpkı bu damlalar gibi hızla akıp gitmişti. Hiç anlamamıştı zaman nasıl bu kadar hızlı akabilmişti. Şimdi saçlarının beyazları her geçen gün artıyordu ama artık bir önemi yoktu. Çünkü onun için zaman yirmi yıl önce tam da burada durmuştu.
Damlaları izlerken yanından geçen genç adam bir yandan ona seslenip bir yandan koşmaya devam etti.
“Arif amca hadi evine git, bu kez yağmurun durmaya hiç niyeti yok ıslanma, hasta olacaksın.”
Adamın sesini duyunca uykudan yeni uyanmış gibi başını kaldırdı ve kaldırımdan yola indi, ellerine baktı. Yıllar önce tam da burda yağmurda kayıp arabanın altında kalan bir çift mavi gözün ellerinin sıcaklığı hala ellerindeydi."
Tamam tamam bu kadar duygusallık yeter, dağılabiliriz.