18 Temmuz 2022 Pazartesi

Ölüm bir an meselesi...

Derler ki; insan sevdiği birini kaybettiği zaman içinde 40 mum yanarmış. Her geçen gün mumlar birer birer söner 40. mum ise bir ömür yanıp kalbi yakmaya devam edermiş.

Şimdi her gün bir mum sönüyor içimde. 40. mum yüreğimde nasıl bir iz bırakacak bilmiyorum.

İnsan kendisi dahil herkesin bir gün öleceğini bilse de ölüm sevdiği birini elinden aldığında sanki ilk defa ölüm kavramıyla tanışıyormuş gibi hissediyor. Evet diyor insan, ölüm var ve sırada kimin olduğunu asla bilemiyoruz.

Bu kayıp o kadar ani bir şekilde oldu ki acı ve şaşkınlık birbirine girdi. İlk defa " öteki alem"in olmasını yürekten ama içimin en derinindeki o kuytu köşeden istedim.  Çünkü öyle iyi bir insanın toprak olup yok olması ihtimali içimi daha da acıtıyor. Öteki alem olmadan bu dünyanın da bir anlamı da olmayacağını kavradım galiba. Ve tabii başka bir alemde de olsa bir gün kavuşabilme ihtimalinin varlığı insana bir nebze de olsa huzur veriyor.

Ruh bedeni terk ettikten sonra yapılması gereken tüm ritüellerde hep ön sırada yer alsam da onun cansız bedeni yıkanırken yanı başında olsam da hala inanmak istemiyorum, hala yokluğunu tam olarak algılayamıyorum sanki. Beni çok etkileyen şeylerden biri de o günün bir önceki günden hiçbir farkının olmamasıydı. Ölüm bir an meselesi sadece. Bir an sonrasında hala nefes alıyor olacağımızın bir garantisi yok gerçekten.  

Beni kendi kızlarından ayırmayan, üzerimde 14 yıl emeği olan, annem kadar sevdiğim, içimden gelerek anne dediğim kayınvalidemi bir gecede aniden kaybettik. Öyle yıkıcı bir etkisi oldu ki hayatımıza, bıraktığı boşlukla ne yapacağımızı hala bilemiyoruz.  Ama alışacağız, hayat devam edecek ve yine saçmasapan konuları kafamıza takıp ölümün varlığını bilinçaltımıza atacağız. Ta ki ölüm başka bir sevdiğimizi elimizden alana kadar.



9 Nisan 2022 Cumartesi

Hayat Hanım - Ahmet Altan

 


Bir kitabın belki de en can alıcı kısmı ilk cümleleridir. Okuru kitabın kapısından içeri de alabilir dışarıya da atabilir. Bazen bir cümle tüm kitabın kalbi de olabilir. O cümleyi bulduğunuz an sizin de kalbiniz yazarla birlikte atmaya başlar.  Ahmet Altan ilk paragrafta kalbini avuçlarımıza bırakmış.

“Herkes lunaparktaki kukla hedefler gibi bir vuruşla devrilip kaybolma ihtimaliyle yaşıyordu.”

Bence son yıllarımızın da özeti bu cümle. Kime, ne zaman, ne olacağı belli değil. Bir belirsizlik deryasında, küreksiz bir kayıkla savruluyoruz sanki.  

Böyle yüksek bir yerden başlayınca kitap, devamı da yokuş aşağı inmek gibi hızlı ilerliyor.  Yazarı hiç okumadıysanız bile bu kitap bir çırpıda bitireceğiniz, okurken basit gelen ama bitirdikten sonra o basitliğin altında bir ülkenin ekonomisinden bir insanın kendi varoluşunu tamamlama sürecini ustalıkla anlatan bir kitap olduğunu fark edeceksiniz.

Yazarı daha önce okuduysanız kadınların duygularını aktarmadaki başarısını zaten biliyorsunuzdur. Her kitabında da mutlaka cinselliğe yer verir, diyeceğim ama hayat anlatılırken önemli bir kısmının es geçilmesi abes olur lakin kitabın bir yerinde anlatılan detayları gereksiz buldum. Belki tabularım belki fark etmediğim sınırlarım beni bu düşüncelere itiyor…

Sonuçta istediğimiz kadar “hayata geniş bir perspektiften bakıyoruz, artık dünya elimizin altında, düşüncelerimiz daha evrensel” desek de genlerimize işlenmiş olan o kodları silmemiz mümkün değil, farkında olmadan her olayı o kodların süzgecinden geçiriyoruz.  Yani aslında verdiğimiz hiçbir kararı, inandığımız hiçbir şeyi kendi aklımızla, özgür irademizle seçmiyoruz. ( Bu görüşe de fatalizm[1] deniyormuş. Bunu II. Meşrutiyet Dönemi Türk Edebiyatı dersine çalışırken öğrendim. Tam da bu kitabı okurken güzel bir tesadüf oldu.) Düşünsenize başka bir toplumda yaşasaydınız belki de şu an size yanlış gelen bazı durumlar gayet normal gelecekti.

Neyse biz kitaba dönelim, Hayat Hanım’a… Hayat Hanım bana daha önce okuduğum bir karakteri hatırlattı açıkçası. Biraz Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın karakterine yakın buldum.  Belki ikisi de “ olgun kadın,  genç erkek “ üzerine kurulu olduğu içindir.  Ama karşılaştıracak olursak Hayat Hanım’ı daha çok sevdim.

Görmüş geçirmiş, ilerleyen yaşına rağmen güzelliğinden bir şey kaybetmemiş Hayat Hanım…

 Büyük bir ülkenin “domates ithalatını durdurduk” açıklamasıyla tüm malvarlığını kaybeden bir ailenin edebiyat okuyan genç oğlu Fazıl..

Tüm malvarlıklarına bir gecede el koyulan bir ailenin yine edebiyat okuyan kızı Sıla…

Bu üçlü arasında geçiyor kitap. Fazıl ve Sıla’nın edebiyat konuşmaları ile Fazıl ve Hayat Hanım’ın hayatla ilgili yorumları bizi iki ayrı uca götürüyor. Hangi yol daha gerçek bilemiyoruz. Zaten insan bir yol ayrımında durup bekliyorsa mutlaka yanlış yolu seçiyor. Seçtiği yolda mutlu olanlar, diğer yolu zaten hiç fark etmeyenler. Fazıl da bir yol ayrımında bekliyor…

  

 



[1] Fatalizm: İnsanın iradesini kullanmakta hür olmadığını, atalarından gelen genetik özellikler ve cemiyetin öğrettikleriyle yönlendirildiğini ileri süren felsefi düşünce.

 

24 Şubat 2022 Perşembe

Araf

 En son ağustos ayında yazı paylaşmışım. Zaman ne kadar çabuk geçmiş. Bu süre zarfında kitap okumaya, yayınevinden gelen kitapları yayına hazırlamaya devam ettim. Sürekli bilgisayar başında olmaktan galiba, bilgisayara bakmaktan sıkıldım. O yüzden işim biter bitmez hemen kapattım makineyi. Bir de yazıp yazıp silme huyumdan vazgeçemedim. Özellikle sosyal medyada bunu çok yapıyorum maalesef. İnsanların paylaşımlarına bakıyorum, ülke gündemini takip ediyorum. Cevap vermek istediğim birçok durumla karşılaşıyorum, cevabımı da yazıyorum ama o son kelimeyle birlikte aklıma hep "ya düşündüğünden farklı bir olay varsa ortada ya sen yeterince olaya hakim değilsen" fikirleri üşüşüyor. yani şöyle ağız dolusu içimden gele gele hiçbir fikir belirtemiyorum. Bu biraz da hiçbir şeyden asla emin olamamakla ilgili galiba.

Herhangi bir şeye (bu bir fikir de olabilir, bir siyasi parti ya da bir din de hatta bir takım bile) yürekten bağlanamamanın inanılmaz zorluğunu yaşıyorum. Sanırım bu dünyadaki en mutlu insanlar teslim olmuş, kabullenmiş, herhangi bir fikri sonuna kadar savunabilenler. Eğer böyle biriyseniz bence çok şanslısınız. Öteki türlü sürekli bir arafta olma halinde yaşıyor insan. Savunduğunuz fikrin kötü yanını görebilmek ve bunu dile getirebilmek çok da matah bir şey değil. Ben de körü körüne inanmak, kalpten bağlanmak, bir gruba dahil olmak istiyorum bazen. Kendimi hiçbir gruba dahil hissetmiyorum. Sanırım ben bu dünyaya nerede olursam olayım aslında burası gerçekten bana göre mi demek için gelmişim. Ha peki mutsuz bir insan mıyım? Hayır. Benimki araftaki mutluluk belki de. Karamsar biri de değilim. Dünyanın sürekli kötüye gittiğini düşünmüyorum. Zaten kötülüğün daima var olduğunu düşünüyorum :) Habil ile Kabil sonuçta birbirini öldürmedi mi diyorum. Sonra da emin misin, sence ilk katiller onlar mıydı ya da Habil ile Kabil birer simgeden ibaret olmasın diye ekliyorum. 

Ah diyorum, bu kadar düşünmeye değer mi bu dünya için. Sonuçta hepimiz öleceğiz bir gün. Ahirette tüm sırlar açığa çıkmayacak mı? Sonra aklımda yine o fısıltılar yükseliyor. Ahiret inancının olması toplumlar için ne kadar yararlı değil mi? Sonuçta hakkını alamayan herkes öteki tarafa havale ediyor. Bu dünya katlanılması daha kolay olmuyor mu bu inanç yüzünden. Acaba böyle bir inanç olmasaydı, adaletin sağlanacağına inandığımız bir yer olmayınca, adaleti bu dünyada sağlamak için daha çok çabalamaz mıydık?

İşte bu çelişkiler böyle devam edip gidiyor beynimde. Bu yazıyı da silmeden bir an önce yayınlayayım en iyisi. Sonra da yeni kitabıma döneyim. Belki okumayı bitirince gelirim yine buraya.