Kitap yorumlarında en çok eleştirildiğim konu yazılarımda hemen kitaptan bahsetmeye başlamamak. Hatta 1000kitap sitesinden bir arkadaş lafı ne kadar uzatıyorsun direkt yoruma başla demişti.
Oysa kitap hakkında yorum yazmak
kitabın özetini yazmak değil ki benim için. Kitabın bana hatırlattığı anıları,
kitabı okurken nasıl bir ruh hâlinde olduğumu, kitaba başlama
sürecini anlatmazsam yorumum eksik kalmaz mı? Ama sanırım bu konuda sadece ben
böyle düşünüyorum. O yüzden bundan sonra sadece kitabın içeriği hakkında bilgi
edinmek isteyenler için not düşeceğim galiba. İkinci paragraftan başlayın gibi. ☺
Şimdi gelelim Balon Çobanı’na.
Kitabın pdf hâlini okumuş ve ham hâlini görmüş olmanın ayrı bir
yeri var bende ama pdf olarak on kez de okusam kitap hâline geldikten sonraki
sayfaları çevirme hazzımı hiçbir şeye değişmem.
Balon Çobanı beni şaşırtan bir
kitap oldu doğrusu. Yazarın hayal gücünü ve kitabın giriş kısmındaki Pi
diyarını göz önüne alınca fantastik bir dünyaya ya da bir bilim kurgu romanına
geçiş yapacağımı düşünmüştüm. Hâlbuki yazar yaşadığımız dünyanın gerçeklerini
bir tokat gibi yüzümüze indirmeyi planlıyormuş.
Kendimi önce bir bebeğin dilinden
ana rahmine düştüğü andan itibaren yaşadıklarının ortasında buldum. Sonra da
gözümü Suriye’de açtım.
Abdad ve ailesinin Suriye’de
yaşadıkları, birçok Suriyelinin başına gelen yürek burkan cinsten. Özellikle
olayların yaşanmış olabileceğini bilmek daha da etkiliyor insanı.
Yazar başta olduğu gibi kitap
ilerlerken de şaşırtmaya devam ediyor bizi. Abdad’a üzülürken onun geçmişindeki
sırla alt üst oldum. Bazen insan karar veremiyor, kim neyi ne kadar hak ediyor
diye. Gerçekte de böyle değil mi? Bir gün göklere çıkaracak kadar haklılığını
savunduğumuz bir insanla ilgili öyle detaylar öğreniyoruz ki yerin dibine batsın istiyoruz.
Ben de Abdad konusunda kararsız kaldım. İnsanların geçmişte yaptıkları
hatalarıyla bugünlerini yargılamak haksızlık mı? İşlenen bir hata değil de
suçsa hiç de haksızlık olmuyor. Ama karısının ve kızlarının yaşadıklarını
okudukça savaş kadınları daha çok yaralıyor diye düşündüm. Erkeklerin sadece
bedeni ölüyor oysa kadınların önce ruhları sonra bedenleri…
Kitabın ikinci kısmı olan Suriye
bölümü, savaşın bir ülkede nasıl bir tahribat yarattığını ortaya koyuyor. Sağ
olsun yazar da adeta bomba atılan sokaklarda bir köşede oturmuş olanları
izliyormuşcasına ayrıntılarıyla anlatmış her şeyi. Bu yüzden de tebrik ettim yazarı açıkçası.
İkinci bölümden sonra yine
baştaki “bebeğimize” dönüyoruz. Peki bu
bebek kim dersiniz? Mersin’deki yetiştirme yurdundaki bu bebeğin Abdad ve
ailesiyle ne ilgisi var? Ve bu bebek sıradan bir bebek midir acaba?
Yazarın olayları en baştan bir
kronolojik sırayla vermemesi yani bu zamanda atlayışlar, geri dönüşler benim en
çok keyif aldığım anlatım tarzı. Okurken
keyif aldığım bu kitabın bir an önce devamını da bekliyorum. Umarım siz de
benim kadar seversiniz. İyi okumalar…