Buket Uzuner'in 2012 yılında başladığı Tabiat Dörtlemesinin
ilk kitabı Su’ydu. 2015 yılında Toprak, 2018’de ise Hava
kitabı çıktı. 4.kitap olan Ateş’i yazmak için hazırlıklara
başlayan Uzuner bu kez Mardin’den seslenecek bize.
Gazeteci Defne Kaman'ın kaybolmasıyla başlayan Su kitabında, Defne Kaman'ı ,
anneannesi Umay Bayülgen’i , dünyanın en güzel esmeri Tasvir’e
imkansız bir aşkla bağlanan Komiser Ümit’i, dükkanından
neredeyse hiç çıkmayan Sahaf Semahat’i tanıyoruz. Üç kitapta
da Defne’nin annesi ve kız kardeşi var ama hep arka
plandalar. Çünkü Defne, annesi tarafından
kabullenilememiş, annesinin kafasında oluşturduğu evlat
kavramından oldukça uzak, aykırı, uyumsuz bir kız.Diğer iki
kitapta olduğu gibi Su kitabının da özünü Şamanizm
oluşturuyor.
Türklerin
İslamiyeti kabul etmeden önceki inanç sistemi olduğu söylenen,
farklı coğrafyalarda , farklı şekillerde ortaya çıkan Şamanizm
konusunda aslında ortak bir fikir birliğine varılmamıştır. Bir
kesim, şamanlığın büyücülük olduğunu, Türklerin inanç
sistemiyle hiç alakası olmadığını söylemektedir. Lakin ben
Uzuner’in anlattığı şamanlığı oldukça sevdim. Bir kere
kadın egemen bir inanç sistemi. :)Kam olabilmek için kadın olmak
gerekiyor ve bir erkek kam olmak isterse kadın giysileriyle tören
yapıyor. Tabi bunlar kitaptaki şamanlığın kuralları.
İşte Defne’nin
anneannesi de bir “kam”dır.70’ine yaklaştığı halde dinç,
beyaz saçları iki yandan örgülü, püsküllü kıyafetleriyle
bizim 70'lik nine anlayışımızın çok ötesinde, özü sözü bir,
eli hikmetli, dili kıymetli, her an bir mucize yaratabilecek
kapasitede bir eczacıdır Umay nine.Doğumunda, yaz
sıcağında evlerinin bahçesindeki defne ağacına yıldırım
düşmesiyle başlayan olayların hepsi, Defne’nin Umay Nineden
sonra kam olacağını gösterir. Ve Umay Bayülgen, torununu özel
olarak yetiştirir.
Bir gazeteci olarak
kadın cinayetleri, HES’ler, çocuk gelinler, sendikasız işçiler,
Türkiye’de türleri tehlikede olan canlıların korunması üzerine
yazılar yazan Defne, bir yaz günü bindiği Barış Manço
vapurundan bir daha inmez. Denizin ortasında adeta yok olmuştur.
Başı dertte olan
Defne, kurtulabilmek için Komiser Ümit’e fantastik bir
yolla-burada gerçeklik kavramından uzaklaşıyoruz artık- şifreler
gönderir. Komiser Ümit ve Hava kitabında kendisiyle ilgili detaylı
bilgi edineceğimiz Sahaf Semahat bu şifrelerin Kutadgu Bilig’den
dizeler olduğunu anlarlar. (Böylece Yusuf Has Hacip’in yazdığı
eser sadece sınavlarda çıkan birer soru olmaktan kurtulur bence. Çünkü
eminim bu kitabı her okuyan ya bu eserde neler de varmış diye bir
araştırma içine girecektir.)
Tüm bu olayların
arasına Türkiye’deki sorunları serpiştirmeyi de unutmamış
Uzuner. Alevi-sünni çatışmasını, kadının toplumdaki değerini,
küresel ısınmanın bizi nasıl etkilediğini, kaynaklarımıza
sahip çıkmazsak neler olacağını da satır aralarına eklemiş.Hem gerçekçi hem
fantastik özellikler taşıyan Su kitabı, Defne’nin bulunmasıyla
sona eriyor ama kitabın sonunda Toprak kitabının nerede geçeceğinin
işaretini de veriyor yazar.
Toprak kitabına
gelince bu kez olaylar Çorum’da geçiyor. Defne’nin yine
kaybolmasıyla başlayan kitapta, 1.kitaptan farklı olarak, Rehber
Kemal ve oğlu Karaca, vali, emniyet müdürü, Defne’nin babası
Akın Kaman,Profesör Güneş Aytan da katılıyor kadroya.
Rehber Kemal ve oğlu
Karaca’nın olduğu bölümlerde , Kemal’in geçmişini, hayata
bakışını,baba-oğul çatışmasını izliyoruz.
Defne Çorum’da
yıllar önce kendisini bırakıp giden babasıyla yüzleşiyor ve
hayatının en büyük sınavını veriyor.Bir yandan üzülen Defne,
öbür yandan yıllar sonra içindeki periyi uyandıran bir adama
rastladığı için mutluluktan uçuyor.
Su ile Toprak
kitabını karşılaştıracak olursak; Toprak kitabı daha didaktik
bir kitap olmuş. Neyse ki yazarın anlatıcılıktaki başarısı bu
didaktikliğin kitabı olumsuz etkilemesine izin vermemiş. Ama kitap
öğreticilikte tavan yapmış durumda. Neler öğretmiyor ki kitap
bize:Virginia Woolf’den Sylvia Plath'a , slow food
hareketinden,Erlik Han’a, Çorum Müzesi’nin özelliklerinden,
dark.webe kadar birçok konuda bilgilendiriyor bizi karakterler.
Sadece öğretmiyor Uzuner aynı zamanda,yıllardır inandığımız
şeyleri de sorgulatıyor.
Türklerin neden
Arap alfabesini terk ettiğinden ziyade, niçin kendi alfabelerini
bırakıp da Arap alfabesine geçmek durumunda kaldıklarına, Gutenberg ile Müteferrika arasındaki 289 yılda neleri
kaçırmış olabileceğimize dikkat çekiyor.
Gelelim Hava
kitabına; diğer iki kitaptan farklı olarak Defne kitabın başında
kaybolmuyor. Bu kez hakkında açılan nükleer santraller ve iklim
değişikliği davası için Kayser’ye gidiyor Defne ve ailesi.
Kitabın başında
Defne’nin gördüğü rüyada yer alan, Jan Dark, Sokrates, Pir
Sultan Abdal, Galilei’nin ortak noktası, hepsinin kendilerine
dayatılan şeylere baş kaldırmalarıdır. Tabi Galilei idamdan
kurtulmak için inkar etmiş ama kendi dilinde yine de dönüyor
diyerek, aslında fikirlerinden vazgeçmediğini göstermiştir. İşte
Hava kitabı da, kendi fikirlerinden ne olursa olsun vazgeçmeme
üzerine kurulmuş. Olaylar Kayseri’de geçince, adı sonradan
değiştirilerek Selçuklu Uygarlığı Müzesi olan Gevher Nesibe
Şifahanesi ve Anadolu’ daki İlk Tıp Okulu’ nu da tanımış
oluyoruz.
Su kitabında esas
kahramanları, Toprak’ta Kemal ve Karaca’yı tanımıştık.
Hava kitabında ise sahaf Semahat’in geçmişi ortaya çıkıyor.
Semahat’in geçmişinde ülkemizdeki en büyük sorunlardan biri
olan bir aile dramı yatıyor. Su kitabında asıl adı Sema diye
geçen Semahat’in , Hava kitabında gerçek adının Bahar diye
anılmasını ben hoş gördüm. Bilmem siz bu hataya takılır
mısınız? Ayrıca yine Hava kitabında ufak bir mantık hatası da yakaladım ama ben söylemeyeyim siz bulun onu.
Neyse lafı daha
fazla uzatmayayım. Tüm kitapları bir araya getirince anlıyoruz
ki;
-İklim değişikliği
Dünya’nın ve tabi Türkiye’nin ivedilikle incelemesi ve artık
geçerli önlemler alması gereken bir durumdur.
-Türkiye’de aile
içi tacizler zannetiğimizden daha çok can yakmaktadır.
-Enerji, buharlı
makinelerin icadından sonra devletler için en büyük güç
meselesi haline gelmiştir. Yani enerjiye sahip olan iktidara da
sahip olur.
- Üç kitapta da
bir hayvan kılığına giren yani “don değiştiren” Defne, her can değerlidir sözünü kalbimize kazımaya çalışıyor.
Hava kitabının en
sevdiğim kısmıyla da yazıma bir son vereyim artık.
“ Bak
evladım, söylediğin gibi soyunda güzel insanlar olduğu besbelli,
ama önemli olan soyumuz kadar kim olduğumuz yani nasıl bir insan
olduğumuzdur. Sonuçta bu dünyadan geçip giderken geride sadece şu
kalır: Toprağa bir ağaç mı diktin, yoksa oradan ağaç mı
söktün? Hak mı yedin, hak mı dağıttın? Gönül mü kurdun,
gönüller mi yıktın? Hayat bu kadar sade ve basittir oğlum.”