Adı Suskunlar olan bir romanın
belkemiğinin musiki olması ancak İhsan Oktay Anar’a yakışır bir ironi.
Karşımızda yine, birkaç cümleyle özetlenemeyecek, ne kadar anlatılsa da, detay
verilse de lezzetinden hiçbir şey kaybetmeyecek bir kitap var. Daha önce Amat
kitabının yorumunu yaparken, bu kitabı yazmak için denizde doğmalı insan
demiştim. Suskunlar’ı yazabilmek için de adeta musiki ustası olmuş yazar. Her
kitabında birbirinden bu kadar farklı konuda nasıl uzmanlaşabiliyor hayret
ediyorum. Bu yüzden kitabın yazım sürecini düşündükçe, yazara olan saygım
katbekat artıyor. Verdiği emeğe hayran oluyorum.
Kitabımızdaki olaylar, Hızır
Paşa’nın mehteranında közsen- en büyük davulu çalan kişi - olarak çalışan Kalın
Musa’nın torunları Davut ve Eflatun’un çevresinde dönse de, arka plandaki kişi ve
olay sayısı oldukça fazla. Yine yan yollara ayrılan olaylar dönüp dolaşıp aynı
sokağa çıkıyor.
Sevdiği kıza musallat olan
Asım’ın hayaletinin sırrını, bir kağıda yazılan saz semaisindeki kusuru bularak
çözmeye çalışan Davut, Venedik
Balyosu’nun kızına karasevdaya tutulan Hızır Paşa’nın yeğenini neşelendirmek
niyetiyle gittiği evde, kasvetli bir hava çalarak genç adamın ölümüne sebep
olup zindana atılan Kalın Musa’nın oğlu Veysel Bey, musikiyle ilgili nefret
vaazları veren on iki parmaklı çembalo ustası cüce vaiz, sürekli kaçtığı için
odasına kapatılan, kulaklarında daima çınlayan bir gel çağrısının sahibini
bulmak için tüm İstanbul’u dolaşıp bir mevlevihaneye yerleşen Eflatun, kusur
benim imzamdır diyerek, her üflediği eserde bilerek bir hata yapan Neyzen
İbrahim Dede Efendi, Adem Aleyhisselam’ın cennetten kovulmasına neden olan
“Yasak Meyve” nin tadını elde etmek isteyen aşçı yamağı, Yedikule kahininin
kapısına gelen, göklerdeki büyük bir hakikati gördükleri için aynı anda kör
olan yedi büyük kahin, nasıl hekimlik yaptığını okurken, kitabı kendinizden
uzakta tutmak isteyeceğiniz, vücudundaki kir yüzünden kanı zehirlenip ölecek
olan Rafael ve yazmadığım daha birçok kişi ve olaylar…
Bol karakterli ve olay örgüsü
karmaşık bu kitabı açık bir zihinle, sürekli tetikte kalarak ve her sayfada
sözlük kullanarak okumak gerekiyor. İhsan Oktay’ın en iyi yaptığı ve beni mest
eden şeylerden biri olan kutsal metinlere, mitolojiye, tarihe, tasavvufa
yapılan göndermeler bu kitapta da bolca mevcut. Bunlardan bazıları şöyle:
-
Ağzından yılan başı çıkan, ateşi
cuma günleri artan, nabzı on bir saat ve altı dakikada ( yazar 666 sayısını
vurguluyor) atan Tağut, şeytan rolünde karşımızda.
-
Yegah, Dugah, Segah, Çargah,
Pençgah, Şeşgah ve Heftgah makamlarını kullanarak Tevrat’taki yaratılış
hikayesi anlatılmış.
-
Neyzen Batın Hazretleri’nin oğlu
Zahir’in şehre gelip Yahya adlı bir tellak tarafından yıkanması, şakirtlerine
bir akşam yemeğinde içinizden biri beni ihbar edecek demesi, Kalın Musa’yı
sadece dokunarak iyileştirmesi,Yakuta tarafından ihanete uğraması,linç
edilerek, bir tomruğa bağlanıp öldürülmesi, bize Hz.İsa’yı hatırlatıyor ki bu
durumda Muhteşem Neyzen Batın Hazretleri de Tanrı oluyor.
-
İbrahim Dede’nin mektubunda bahsettiği
Muhteşem Neyzen’in üflediği hayat nefesi de Tanrı’nın insanlara üflediği ruhu
işaret ediyor.
-
İstanbul’un en büyük yedi kahinini
öldürmek isteyen çete elemanlarının başı Kabil ve yeğenlerinin arasında geçen
olaylar ve diyaloglar ise ilk cinayeti ve cinayetlerin devamının nasıl
geldiğini gösteriyor.
Bunların dışındakileri de okuyup
bulmak size kalmış. Bolca musiki terime hazırlıklı olarak ve yazarın dediği
gibi aslında gerçeği anlatmanın tek yolunun susmak olduğunu anlamak için kesinlikle okunmalı.