10 Mayıs 2017 Çarşamba

Osman İkinci Kitap:Savaş - Beyazıt AKMAN

Birinci kitapta çocukluğunu ve gençliğini yakından tanıdığımız Osman,artık içindeki ateşi dizginlemeyi öğrenmiş ve olgunlaşmıştır. Anadolu’ nun kuzeybatısında sıkışmış,doğudan Moğollar,batıdan tekfurlar tarafından saldırılara uğrayan küçük bir Türk boyunun, altı asırlık bir imparatorluğa dönüşmesine yol açacak Osman Bey’ dir o artık.
           
            Yazarımız birinci kitapta olduğu gibi yine Marco Polo,Mihal Kosses ve Yunus Emre’ nin gözünden anlatmaya devam etmiş Osman’ ı.
           
            Birinci kitaba nazaran daha aksiyon dolu,daha heyecanla okunan bir kitap olmuş. Akman’ın 4 yıllık bir araştırma sonucunda yazdığı kitabında; Türklerin örf ve adetleri,günlük yaşantıları,okçuluk,yağlı güreş,şövalyelik,Hristiyanlık ile ilgili bilgiler,Bizans İmparatorluğu’ nun devlet yönetimi (batının iki yüzlü devlet politikası kavramının altını kalın çizgilerle çizmiş yine yazarımız), devlet olabilmekle ilgili her devirde geçerli öğütler yer alıyor.Akman yine doğu-batı çatışmasını kitabın kalbine yerleştirmiş.
           
            Tekfurlara karşı birlik olunması gerektiğini anlayan Osman,Anadolu’ daki beylikleri bir araya getirme çalışmalarına başlar.Bu arada Sakarya Nehri’ni geçebilmek için Beştaş Tekkesi’ nden yardım ister.Bu bölümde biraz mistisizm bolca da kurgu girmiş işin içine. Tekke’ nin şeyhi sayesinde (şeyhin kadın olması ayrıca cezbetti beni), bir anda geçmişe gider Osman. Daha doğrusu geçmiş gözlerinin önünde belirir.Yıkılan binalar,yok olan medeniyetler görür önce.Sonra gelecek beliriverir gözlerinin önünde.Yine yıkılan şehirler,küllerinden doğan medeniyetler beliriverir.Bu bölüm tarihsel bir romanın yapısına aykırı gibi görünebilecekken, ustalıkla işlenmiş ve kitabın içinden ayıramayacağımız bir parça olmuş.Ben bu bölümde dünyanın gelip geçici olduğu duygusunu iliklerime kadar hissetmişken yazarın asıl söylemek istediği meğer başkaymış.
             
            “ Sonra daha yüksekte,çok daha uzakta,dağın yamacında duran üç kişiyi işaret etti.Bunlar da senin bayrağını yerden kaldırıp tekrar taşıyacak olanlar,dedi.Adnan,Turgut ve en üsteki de Recep.”
            
             Yazarın bu sözlerine nasıl bir anlam yüklemem gerektiğini bilemedim.Adnan Turgut ve Recep…Bu isimlerle kimleri kastettiğini anlamamak mümkün değil zaten.Ama neden onlar?Ya da neden sadece onlar?
            
             Bayrağın yere düşmesi imparatorluğun çöküşü mü, Osmanlı kültürünün çöküşü mü?Bayrağın yere düşmesi imparatorluğun çöküşüyse eğer,bayrağı devralan,imparatorluğun yerine kurulan devletin kurucusu değil midir?
            Ya da bayrağın devralınması bahsi geçen kişilerin Osmanlı ile ilgili iade-i itibar çalışmaları mı?
            Menderes sayesinde II.Abdulhamit’in eşi ve kızının ülkeye dönebilmesi, Erdoğan ile birlikte de fetih kutlamalarına verilen önem ve Kut’ül Amare zaferinin kutlanması mı bayrağın yerden kaldırılması? Peki ya Çanakkale Zaferi, ya Kurtuluş Savaşı? Neyse bu konuda daha fazla yorum yapmak istemiyorum.Osmanlıyı yok saymakla Cumhuriyet’in ilk elli yılını yok saymanın aynı ölçüde yanlış olduğu elbet zamanla anlaşılır.Su akar yolunu bulur.Biz kitaba dönelim.

           Kitabın son kısmı aynı zamanda İmparatorluk:Osmanlı Klasik Çağ Üçlemesi’nin* de son kitabı etkileyici bir şekilde sunuluyor.
            Anadolu’ nun kuzeybatısında sıkışıp kalan o küçük Türk boyunun üzerine Bizans İmparatorluğu’ nun tüm gücüyle saldırdığı Bafeus Muharebesi’ne şahit oluyoruz.Savaş alanında yaşananları da yazarın savaş sahnelerindeki o müthiş anlatımıyla yüreğimiz ağzımızda okuyoruz.1302 yılındaki bu Osmanlı ile Bizans’ın ilk savaşı sonucunda da Halil İnalcık’ ın da belirttiği gibi 16.Türk Devleti resmen kurulmuş oluyor.
           
           Akademisyen Beyazıt’ ın müzeden çıkmasıyla birlikte de kitabın son sayfalarına doğru ilerliyoruz.Doğu-batı çatışmasından beslenen yazarımızın Iphone marka telefonundaki Ankara numaralı çağrıyı görmesiyle de kitabı noktaladığımızı düşünüyoruz.
             
          Tam kitap bitti derken bu kez Ben Beyazıt bölümüyle yazarımız ortaya çıkıyor ve kitabı okurken aklımıza takılabilecek olası sorulara cevap veriyor.Kitapta kurguymuş gibi gelen yerlerin aslında gerçek olduğunu da anlatıyor bize.Günümüz Osmanlı algısına( Osmanlıyı haremden ibaret görme) da haklı dokundurmalarda bulunuyor.

            Yazarın siyasi fikirlerini gözüme gözüme sokma çabasına rağmen heyecanla okuduğum ve hakkını yiyemeyeceğim ölçüde emek verilmiş bu kitabı ön yargısız okuyabilecek herkese tavsiye ediyorum.
Ama kitabın en önemli, hani seni en çok etkileyen bölümü neresiydi,kimdi senin en yakınına düşen diye sorarsanız,

            Derim ki:
            Ne dört nala koşan atının üstündeyken dönüp, hasmına tam on ikiden ok atabilen,sözünün eri olduğu düşmanlarınca bile bilinen,Dünya’ya altı asır hükmedecek olan koca bir imparatorluğun kurucusu Osman,ne dünyayı dolaşıp türlü maceralara gark olan Marco Polo,ne de kılıcındaki “adalet için” sözünü yaşamının yarısından sonra anlayan Mihal Kosses...

            Bir tek Yunus olmaya öykündüm ben.Bir tek Yunus yüreğimin sıkışmasına neden olabildi.
Dört kitabın manisi bir uzun hece imiş, o da aşk imiş.Aşk ve sevgiyi söylemeye geldim.Ben de bir zaman okudum,dört kitabın manasını okudum,tahsil ettim,çok medreselerde ibadet ettim.Sonra okuduklarımı unuttum.unuttum ki tekrar kendimi bileyim.Okumaktan murat nedir?Hakk’ı bilmektir.Dört kitabın manisi bellidir bir elifte,sen elifi bilmezsen bu nasıl okumaktır?Bu yüzden ben de derim ki,ne elif okudum ne cim.Asıl kelam varlıktadır. Kainatın sırrı insandadır.

En çok Yunus’un sözleri dokundu kalbime.İmparatorluklar yıkılır,şehirler yok olur ama kainatın sırrı baki kalır.Sırra ermek,kendini bilenlerden olmak ümidiyle okumaya devam…



*İmparatorluk:Osmanlı Klasik Çağ Üçlemesi
Birinci kitap:Dünyanın İlk Günü
İkinci Kitap:Son Sefarad
Üçüncü Kitap: Osman (İki cilt halinde yayımlandı.Birinci cilt Aşk, ikinci cilt Savaş.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder