Birinci kitapta çocukluğunu ve
gençliğini yakından tanıdığımız Osman,artık içindeki ateşi dizginlemeyi
öğrenmiş ve olgunlaşmıştır. Anadolu’ nun kuzeybatısında sıkışmış,doğudan
Moğollar,batıdan tekfurlar tarafından saldırılara uğrayan küçük bir Türk
boyunun, altı asırlık bir imparatorluğa dönüşmesine yol açacak Osman Bey’ dir o
artık.
Yazarımız
birinci kitapta olduğu gibi yine Marco Polo,Mihal Kosses ve Yunus Emre’ nin
gözünden anlatmaya devam etmiş Osman’ ı.
Birinci
kitaba nazaran daha aksiyon dolu,daha heyecanla okunan bir kitap olmuş. Akman’ın
4 yıllık bir araştırma sonucunda yazdığı kitabında; Türklerin örf ve
adetleri,günlük yaşantıları,okçuluk,yağlı güreş,şövalyelik,Hristiyanlık ile
ilgili bilgiler,Bizans İmparatorluğu’ nun devlet yönetimi (batının iki yüzlü
devlet politikası kavramının altını kalın çizgilerle çizmiş yine yazarımız),
devlet olabilmekle ilgili her devirde geçerli öğütler yer alıyor.Akman yine
doğu-batı çatışmasını kitabın kalbine yerleştirmiş.
Tekfurlara
karşı birlik olunması gerektiğini anlayan Osman,Anadolu’ daki beylikleri bir
araya getirme çalışmalarına başlar.Bu arada Sakarya Nehri’ni geçebilmek için
Beştaş Tekkesi’ nden yardım ister.Bu bölümde biraz mistisizm bolca da kurgu girmiş
işin içine. Tekke’ nin şeyhi sayesinde (şeyhin kadın olması ayrıca cezbetti
beni), bir anda geçmişe gider Osman. Daha doğrusu geçmiş gözlerinin önünde
belirir.Yıkılan binalar,yok olan medeniyetler görür önce.Sonra gelecek
beliriverir gözlerinin önünde.Yine yıkılan şehirler,küllerinden doğan
medeniyetler beliriverir.Bu bölüm tarihsel bir romanın yapısına aykırı gibi
görünebilecekken, ustalıkla işlenmiş ve kitabın içinden ayıramayacağımız bir
parça olmuş.Ben bu bölümde dünyanın gelip geçici olduğu duygusunu iliklerime
kadar hissetmişken yazarın asıl söylemek istediği meğer başkaymış.
“ Sonra daha yüksekte,çok daha uzakta,dağın
yamacında duran üç kişiyi işaret etti.Bunlar da senin bayrağını yerden kaldırıp
tekrar taşıyacak olanlar,dedi.Adnan,Turgut ve en üsteki de Recep.”
Yazarın bu sözlerine nasıl bir
anlam yüklemem gerektiğini bilemedim.Adnan Turgut ve Recep…Bu isimlerle kimleri
kastettiğini anlamamak mümkün değil zaten.Ama neden onlar?Ya da neden sadece
onlar?
Bayrağın
yere düşmesi imparatorluğun çöküşü mü, Osmanlı kültürünün çöküşü mü?Bayrağın
yere düşmesi imparatorluğun çöküşüyse eğer,bayrağı devralan,imparatorluğun
yerine kurulan devletin kurucusu değil midir?
Ya da bayrağın devralınması bahsi geçen kişilerin Osmanlı ile ilgili iade-i itibar
çalışmaları mı?
Menderes
sayesinde II.Abdulhamit’in eşi ve kızının ülkeye dönebilmesi, Erdoğan ile birlikte
de fetih kutlamalarına verilen önem ve Kut’ül Amare zaferinin kutlanması mı
bayrağın yerden kaldırılması? Peki ya Çanakkale Zaferi, ya Kurtuluş Savaşı?
Neyse bu konuda daha fazla yorum yapmak istemiyorum.Osmanlıyı yok saymakla
Cumhuriyet’in ilk elli yılını yok saymanın aynı ölçüde yanlış olduğu elbet
zamanla anlaşılır.Su akar yolunu bulur.Biz kitaba dönelim.
Kitabın son kısmı aynı zamanda İmparatorluk:Osmanlı Klasik
Çağ Üçlemesi’nin* de son kitabı etkileyici bir şekilde sunuluyor.
Anadolu’ nun
kuzeybatısında sıkışıp kalan o küçük Türk boyunun üzerine Bizans
İmparatorluğu’ nun tüm gücüyle saldırdığı Bafeus Muharebesi’ne şahit
oluyoruz.Savaş alanında yaşananları da yazarın savaş sahnelerindeki o müthiş
anlatımıyla yüreğimiz ağzımızda okuyoruz.1302 yılındaki bu Osmanlı ile
Bizans’ın ilk savaşı sonucunda da Halil İnalcık’ ın da belirttiği gibi 16.Türk
Devleti resmen kurulmuş oluyor.
Akademisyen
Beyazıt’ ın müzeden çıkmasıyla birlikte de kitabın son sayfalarına doğru
ilerliyoruz.Doğu-batı çatışmasından beslenen yazarımızın Iphone marka
telefonundaki Ankara numaralı çağrıyı görmesiyle de kitabı noktaladığımızı
düşünüyoruz.
Tam kitap
bitti derken bu kez Ben Beyazıt bölümüyle yazarımız ortaya çıkıyor ve kitabı okurken
aklımıza takılabilecek olası sorulara cevap veriyor.Kitapta kurguymuş gibi
gelen yerlerin aslında gerçek olduğunu da anlatıyor bize.Günümüz Osmanlı
algısına( Osmanlıyı haremden ibaret görme) da haklı dokundurmalarda bulunuyor.
Yazarın
siyasi fikirlerini gözüme gözüme sokma çabasına rağmen heyecanla okuduğum ve
hakkını yiyemeyeceğim ölçüde emek verilmiş bu kitabı ön yargısız okuyabilecek
herkese tavsiye ediyorum.
Ama kitabın en önemli, hani seni en çok etkileyen bölümü
neresiydi,kimdi senin en yakınına düşen diye sorarsanız,
Derim ki:
Ne dört
nala koşan atının üstündeyken dönüp, hasmına tam on ikiden ok atabilen,sözünün
eri olduğu düşmanlarınca bile bilinen,Dünya’ya altı asır hükmedecek olan koca
bir imparatorluğun kurucusu Osman,ne dünyayı dolaşıp türlü maceralara gark olan
Marco Polo,ne de kılıcındaki “adalet için” sözünü yaşamının yarısından sonra
anlayan Mihal Kosses...
Bir tek
Yunus olmaya öykündüm ben.Bir tek Yunus yüreğimin sıkışmasına neden olabildi.
“Dört kitabın manisi bir uzun hece imiş, o da aşk imiş.Aşk
ve sevgiyi söylemeye geldim.Ben de bir zaman okudum,dört kitabın manasını
okudum,tahsil ettim,çok medreselerde ibadet ettim.Sonra okuduklarımı
unuttum.unuttum ki tekrar kendimi bileyim.Okumaktan murat nedir?Hakk’ı
bilmektir.Dört kitabın manisi bellidir bir elifte,sen elifi bilmezsen bu nasıl
okumaktır?Bu yüzden ben de derim ki,ne elif okudum ne cim.Asıl kelam
varlıktadır. Kainatın sırrı insandadır.”
En çok Yunus’un sözleri dokundu kalbime.İmparatorluklar
yıkılır,şehirler yok olur ama kainatın sırrı baki kalır.Sırra ermek,kendini
bilenlerden olmak ümidiyle okumaya devam…
*İmparatorluk:Osmanlı Klasik Çağ Üçlemesi
Birinci kitap:Dünyanın İlk Günü
İkinci Kitap:Son Sefarad
Üçüncü Kitap: Osman (İki cilt halinde yayımlandı.Birinci cilt Aşk, ikinci cilt Savaş.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder