Vatan uğruna ölmek! Son
zamanlarda sıkça kullandığımız ne ağır, ne derin bir cümle.Peki vatan
nedir?Üzerinde yaşadığımız toprak parçasını kutsallaştıran ne?Uğrunda ölünen ve
ölünmeye devam edilecek olan topraklar ne zaman vatan olmaya başladı?
Gerilere gidip düşünelim Ama öyle
100-200 yıl öncesine değil.Ta en başa gidelim.İnsanın bu dünyada var olmaya
başladığı ilk zamanlara.Onların vatanı tüm dünyaydı.Sonra insan nesli
çoğaldıkça işler karıştı.İnsan elindekiyle yetinmeyince,başkasının olana göz
dikmeye başlayınca toprak parçası da kutsallaştı ve küçüldü.En sonunda da
insanoğlu kendini 195 küçük vatana hapsetti.Oysa kocaman bir dünya vardı
elimizde.Sadece “insan” olarak kalabilseydi insanoğlu bu koca dünya hepimize
yetecekti.Ama sadece insan olarak kalmak zor hatta imkansız.İnsan kelimesi illa
da önüne bir sıfat istiyor.Beyaz insan,siyah insan,doğulu insan, batılı
insan,Hıristiyan insan,Müslüman insan,dinsiz insan…
1915 senesinde ise büyük vatanı
olarak bildiği İngiltere’nin emirlerine yürekten bağlı Yeni Zelandalı Aliastair
John Taylor ile vatanını savunmak için ölümü göze almış binlerce gençten biri
olan Ali Osman, kurşunların arasında birbirlerine rastlayıp sadece insan
olunabileceğini gösterirler.
Bu iki gencin hikayesinde keşke
gerçek olsaymış dediğim,var olma amacımızı düşündüren hazin bir sır var.
Onların bu sırrı Yeni Zelanda’dan
Çanakkale’nin Ece Yaylası köyündeki ağır aksanlı İngilizce konuşan, 70
yaşındaki Beyaz Hala’ya gelen bir misafirle ortaya çıkar.
İşte hikaye büyük dedesinin
Çanakkale Savaşı’nda ölmediğine inanan Yeni Zelandalı Viki’nin bu ziyaretiyle
başlıyor. Psikolog olan Viki’nin hayattaki tek amacı büyük dedesinin gizemini
çözmektir.
Kitabın karakterlerinden birinin
psikolog olması iyi düşünülmüş bir ayrıntı.
Böylece bol bol tahlil yapabilmiş yazar.Buket Uzuner’in
tahlillerini derin ve gerçekçi bulmuşumdur hep.Bir karakterin iç çatışmasını
okurken kendimi sorgulatır bana.Sanırım bu yüzden Buket Uzuner’i daima severek
okuyacağım.Neyse biz kitaba dönelim.
Kitapta Çanakkale yılları
mektuplarla anlatılmış. Viki’nin büyük dedesinin (Aliastair John Taylor)
mektuplarıyla vatanlarından binlerce kilometre uzağa gelip, daha önce sadece
adını duydukları bir milleti yok etmek isterken ölen Anzakların duygularına
tanık oluyoruz. Hatta kendimizi bir Anzak askeri yerine koyup üzülüyoruz.Hukuk
fakültesini yarıda bırakıp savaşa katılan bir Türk aydını Ali Osman’ın
mektuplarıyla ise 1915 senesinin İstanbul yaşamını ve savaşın Türk cephesinde
yaşanan sıkıntıları öğreniyoruz.
Kitapta Çanakkale Savaşı zemin
alınarak verilen bir insanlık dersi var. Kitabın temelini insan olmanın önemi
oluşturuyor yani. Ayrıntılarda ise;doğu-batı çatışması,tarih bilincinin
önemi,Çanakkale Savaşı’nın hatırasına Anzaklar kadar sahip çıkamayışımız,reklam
dünyasının tarihi değerlere önem verme adı altında yaptıkları sömürü ve hayatın
olmazsa olmazı aşk var.Ama benim satır aralarında okuyup en beğendiğim şey tarihin,içine
kurgu karışmadan yazılamayacağı gerçeği oldu.
Peki Viki’nin dedesine ait sır ne
oldu dersiniz?
Kitabı okursanız bu sırrın
çözüldüğünü ama henüz insanların anlayabileceği, incitmeden koruyabileceği bir
gerçek olmadığı için daima sır olarak kalması gerektiğini üzülerek
anlayacaksınız.
Ülke olarak, dünya olarak
yaşadığımız şu kötü günlerde bu kitap bana çok iyi bildiğim bir şeyi
hatırlattı:
Savaşlarda kaybeden daima
insanlık olmuştur.
İnsanlığımızı geri kazanacağımız
günlere uyanmak umuduyla…