Kitabımız mektup türünde
yazılmış. Ruhu, güzelliğinin verdiği şımarıklıkla yoğrulmuş Sara'nın, babasına
ve arkadaşı Nermin'e yazığı mektuplar ile yüzünün çirkinliği nedeniyle ruhunu
da çirkinleştirmek zorunda kalan Ziya Bey’in (lakabı Homongolos), ölmüş arkadaşı
Necdet'e yazdığı mektuplardan oluşuyor kitap.
İlk bölümde Sara'nın mektupları
yer alıyor. Bu bölüme, dışa dönüklük, toplumda kabul görme, güzellik olgusu,
bir aydınlık hâkim. İkinci bölümde Homongolos’un mektupları var. Bu bölümde ise
çirkinlik, bireysellik, dışlanmışlık, toplumdan soyutlanma ve sevgisizlik
masaya yatırılmış.
İki bölüme birden bakınca aslında
tezatlıklar kitabı da diyebiliriz. Ama kitabın merkezinde sevilmenin önemi var.
Ben sevilmenin, hele ki çocukken
sevilmenin önemi hakkında bu kadar doğru tespitler yapan başka bir kitap
okumadım.
Sevgisiz büyüyen bir ruhun, nasıl
yara bere içinde kaldığını, kendini koruma altına almak için nasıl insanüstü
bir çaba harcadığını anlatmış Reşat Nuri. Üstelik hem toplumsal hem bireysel
sorunları oldukça basit görünen bir konu içinde derinlemesine ele almış. İnsan
hayatında, sevmek ve sevilmekten daha önemli bir şey olmadığını kanıtlamış
Homongolos’un varlığıyla.
Homongolos, çirkinliği herkesçe
kabul edilen, hani neredeyse hilkat garibesi denilecek biri. Küçük yaştan itibaren
çevresi (ailesi dâhil) tarafından hor görülmüş. Ruhu örselenmiş. Yıllar
geçtikçe, duygularını belli etmezse kimsenin ona zarar veremeyeceğini anlamış. Duygularını
o kadar derine saklamış ki zamanla kendi de unutmuş insani yönlerini.
En derine de kalbini gömmüş. Ta
ki Sara bu kadın düşmanına sürekli yaklaşmaya çalışana kadar.
Homongolos sevmekten o kadar
korkmaktadır ki sevmemek için kadınlara düşman olmuştur. Sevilmeyeceğinden,
sevgisine bir karşılık bulamayacağından emindir. Çünkü çirkindir Homongolos. Ve
güzellik görecelidir ama çirkinlik basbayağı nesnel bir kavramdır.
Peki, haksız mı Homongolos? Siz
hiç çirkinliği su götürmez birine kalbinizi teslim edebilir misiniz? Onun gözlerinden
kalbine inebilir misiniz?
Sanırım yazarımız da bu soruyu
sormamızı istemiş. İnsanoğlunun sürekli tekrarladığı o meşhur yalanı da gözler
önüne sermiş:
Kalbi güzel olsun yeter.
Keşke kalbimiz de kaşımız gözümüz
gibi görünebilir olsaydı. Bir bakışta aşık olduğumuz kalp olsaydı.
Bir çırpıda okunup, bittikten
sonra çokça soru sorduran bu kitap Reşat Nuri Güntekin’i Türk edebiyatının
mihenk taşı olarak görmekle ne kadar doğru düşündüğümü bir kez daha gösterdi
bana.
Ta 1927 yılında söylenmiş
sözlerin bu kadar yakından duyulması tesadüf değil elbet. Yazarın başarısının
kanıtı bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder