29 Ekim 2016 Cumartesi

Kumral Ada Mavi Tuna - Buket UZUNER

            Bundan iki ay kadar önce,kitap fuarı var diye gidip,bomboş alanı görünce hayal kırıklığına uğramıştım.Ailece gezmekten en çok hoşlandığımız yer kitap fuarlarıdır çünkü.Üzgün bir şekilde boş fuar alanından çıkarken karşıdaki kütüphaneye gözüm takıldı.Ben, bunca zaman buradaki kütüphaneyi nasıl görmemişim diye ayrıca üzüldüm.

            İçeriye girdiğimde bir an 15 yıl öncesine gittim.Beni bir kitap fuarına gitmekten daha mutlu edecek bir şey varsa o da kütüphaneye gitmektir.Ama haksızlık olmasın sahafların da yeri ayrı.Her neyse…Kitapların arasında ağzım kulaklarımda gezerken gördüm Kumral Ada Mavi Tuna’ yı. Çok eskilerden bir dostu görmüş gibi oldum bir an.

            Her okuyucu için sevdiği yazarın kitapları arasında en iyisi diyebileceği bir eser vardır muhakkak.Benim gözümde de Buket Uzuner’ in en iyi kitabı Kumral Ada Mavi Tuna’dır.

            Bir insanın iç savaşıyla bir ülkenin iç savaşının iç içe geçiş öyküsüdür kitap.Birbirlerinin sevgilisi hariç her şeyi olabilen iki insanın hikayesidir.

            Kitabı bitirdikten sonra,ilk okuduğumda olduğu gibi yine aynı sorular takıldı aklıma.Bir insanın en fazla nesi olabilirsiniz?Arkadaşı,dostu,sırdaşı,aşkı,eşi…Hangisi olursanız daha yakını olursunuz?Birbirinin en yakını olabilmek için illa aşık mı olmak gerekir?Peki ya aşkın kaç hali vardır?Ve hangi hali daha çok aşktır?Sanırım bu soruların kesin bir cevabı yok.Ya da dünyadaki insan sayısı kadar farklı cevabı var.

            Tuna ve Ada da birbirlerine çok farklı bir bağla bağlanmışlardır.Ada Tuna’nın abisine aşıktır.Tuna ise Ada’ya…Çok klasik,buram buram yeşilçam filmi kokuyor gibi gelebilir size.Yazarımız bu klasik görünen hikayeyi öyle betimlemeler öyle analizlerle bezemiş ki insan denen dipsiz kuyunun derinliklerinde dolaşan bir eserle karşılaştığınızı anlıyorsunuz.

            Kitapta birden fazla aşk hikayesi,birden fazla hayat var ama hepsi Ada ve Tuna’ nın gerisinde kalıyor. Çünkü anlatıcı Tuna. Daha doğrusu yazar olayları bazı kısımlarda (çoğunlukla da diyebiliriz) Tuna’ nın ağzından,bazı kısımlarda üçüncü kişi olarak anlatmış. Sonlarda ise her karakter bize özet geçiyor kendi yaşantısını.

            Kitap 1997 yılında yazılmış.19 senede Türkiye’de birçok şeyin değiştiğini ,küçük bahçeli evlerin yerini yüksek binaların aldığını,insanların,arabaların çoğaldığını yani görüntünün değiştiğini ama şu içimizdeki savaşın hiç değişmeden günümüze kadar geldiğini acı içinde fark ettiriyor yazar. Tuna’ nın yaşadığı bu karabasan hiç de bitecek gibi görünmüyor ülke siyasetine bakıldığında.

            Kitapta çok beğendiğim bir sözü de aktarmadan geçmek istemiyorum.Kitaptaki karakterlerin fotoğrafçılık üzerine sohbet ettikleri bir akşam Ada diyor ki;

          “Steinbeck fotoğrafçı olsaydı Dorothae Lange,Sait Faik ve/ya Sabahattin Ali fotoğrafçı olsaydı Ara Güler olacaklardı.”
( Ne diyelim,duygularımızın,dünyamızın neyle anlatıldığının bir önemi yok.İnsan anlatmaya meylettikten sonra kalem,deklanşör,fırça ya da bir mermer parçası fark etmiyor.)

            Bu kitabı tamamıyla beğenmemiş olsaydım bile sırf bu cümle için okuduğuma pişman olmazdım.Kaldı ki,Ada-Tuna-Aras üçgenini,dönemin ünlü sinema çiftini,şair Doğan Gökay’ın insanı cezbeden yapısını,oğlunu kaybetmiş bir annenin acısını,Meriç’in sessiz ama derinden ilerlemesini,Tuna’nın akli dengesini yitirecek kadar hassaslaşmasına neden olan olayları okuyup pişman olmak mümkün değil.


            Bu kitabı muhakkak okuyun ve bu dünyadan gitmeden birilerinin en yakını olun bence.

5 Ekim 2016 Çarşamba

Bir Kadın Düşmanı - Reşat Nuri GÜNTEKİN

Kitabımız mektup türünde yazılmış. Ruhu, güzelliğinin verdiği şımarıklıkla yoğrulmuş Sara'nın, babasına ve arkadaşı Nermin'e yazığı mektuplar ile yüzünün çirkinliği nedeniyle ruhunu da çirkinleştirmek zorunda kalan Ziya Bey’in (lakabı Homongolos), ölmüş arkadaşı Necdet'e yazdığı mektuplardan oluşuyor kitap.

İlk bölümde Sara'nın mektupları yer alıyor. Bu bölüme, dışa dönüklük, toplumda kabul görme, güzellik olgusu, bir aydınlık hâkim. İkinci bölümde Homongolos’un mektupları var. Bu bölümde ise çirkinlik, bireysellik, dışlanmışlık, toplumdan soyutlanma ve sevgisizlik masaya yatırılmış.

İki bölüme birden bakınca aslında tezatlıklar kitabı da diyebiliriz. Ama kitabın merkezinde sevilmenin önemi var.

Ben sevilmenin, hele ki çocukken sevilmenin önemi hakkında bu kadar doğru tespitler yapan başka bir kitap okumadım.

Sevgisiz büyüyen bir ruhun, nasıl yara bere içinde kaldığını, kendini koruma altına almak için nasıl insanüstü bir çaba harcadığını anlatmış Reşat Nuri. Üstelik hem toplumsal hem bireysel sorunları oldukça basit görünen bir konu içinde derinlemesine ele almış. İnsan hayatında, sevmek ve sevilmekten daha önemli bir şey olmadığını kanıtlamış Homongolos’un varlığıyla.

Homongolos, çirkinliği herkesçe kabul edilen, hani neredeyse hilkat garibesi denilecek biri. Küçük yaştan itibaren çevresi (ailesi dâhil) tarafından hor görülmüş. Ruhu örselenmiş. Yıllar geçtikçe, duygularını belli etmezse kimsenin ona zarar veremeyeceğini anlamış. Duygularını o kadar derine saklamış ki zamanla kendi de unutmuş insani yönlerini.

En derine de kalbini gömmüş. Ta ki Sara bu kadın düşmanına sürekli yaklaşmaya çalışana kadar.
Homongolos sevmekten o kadar korkmaktadır ki sevmemek için kadınlara düşman olmuştur. Sevilmeyeceğinden, sevgisine bir karşılık bulamayacağından emindir. Çünkü çirkindir Homongolos. Ve güzellik görecelidir ama çirkinlik basbayağı nesnel bir kavramdır.

Peki, haksız mı Homongolos? Siz hiç çirkinliği su götürmez birine kalbinizi teslim edebilir misiniz? Onun gözlerinden kalbine inebilir misiniz?

Sanırım yazarımız da bu soruyu sormamızı istemiş. İnsanoğlunun sürekli tekrarladığı o meşhur yalanı da gözler önüne sermiş:
Kalbi güzel olsun yeter.

Keşke kalbimiz de kaşımız gözümüz gibi görünebilir olsaydı. Bir bakışta aşık olduğumuz kalp olsaydı.
Bir çırpıda okunup, bittikten sonra çokça soru sorduran bu kitap Reşat Nuri Güntekin’i Türk edebiyatının mihenk taşı olarak görmekle ne kadar doğru düşündüğümü bir kez daha gösterdi bana.

Ta 1927 yılında söylenmiş sözlerin bu kadar yakından duyulması tesadüf değil elbet. Yazarın başarısının kanıtı bu.