Uzun zaman kitaplığımda okunmak için bekledi Dünyanın İlk
Günü.Yazarın ilk kitabı olması sebebiyle beklentimi de yüksek tutmamıştım. Hep
daha okunmaya değer olduğunu düşündüğüm kitaplar girdi araya.Şimdi ise gecenin
üçünde hayretler içinde bakıyorum bitirdiğim kitaba.
Kitabın ana temasında İstanbul’un Fethi var. Arka plan ise oldukça ayrıntılı.
Hayatta kalabilmek için yaşadığı
şehri ve ilk aşkını bırakmak zorunda kalan Alexander’ın, Yeniçeri İskender olma
serüveninde,yeniçerilerin giysilerinden çalışma talimlerine kadar bilgi sahibi
oluyoruz.Ve tabi Osmanlının askeri düzenine,devşirmelerin eğitimine hayran
kalıyoruz.
Venedikli elçi(elçiden ziyade
seyyah demeli belki de)Alberti Balbi sayesinde ise Osmanlının çok uluslu
yapısını aktarıyor yazarımız.Böylece bir batılının gözünden Osmanlı
İmparatorluğu’ nu izliyoruz. Batının orta çağ karanlığı
ile Osmanlı kültürünü kıyaslama şansımız oluyor. Zaten Balbi sürekli kendi
kültürü ile Osmanlı medeniyeti arasındaki farkları gözümüzün önüne seriyor. Bu kısımları
okurken özellikle devletin üst kademelerinde yer alan insanların eğitimine bir
kez daha hayran kaldım.Sadece İngilizce bildiği için kültürlü saydığımız devlet
adamlarımızı düşündükçe,birkaç dil bilen,matematiğe,müziğe,mimariye,edebiyata
meraklı ve kabiliyeti olan o dönem yöneticilerini özlemle andım desem
yeridir.(Burada bir parantez açma gereği duydum maalesef.Maalesef diyorum çünkü
birbirimizi parantezler olmadan anlayamıyoruz.Ben açıklama yapmadan beni
anlayacak insanların ise bu paranteze ihtiyacı yok.Özlediğim o dönemin rejimi
veya yöneticileri değil.Yöneticilerin eğitimi.)
Son zamanlarda diziler sayesinde
harem entrikalarından ibaret sanılan Osmanlı İmparatorluğu’ nun iade-i itibarı
gibi bu kitap aslında.
Düşünün 19 yaşında bir
padişah,Avrupa’da tanınan adıyla Büyük
Türk,Arapça,Farsça,Latince,Yunanca,İtalyanca,Slavca biliyor. Fethedeceği şehir
için kullanacağı topların (şahi topları)çizimlerini kendi yapıyor. Şiirler
yazıyor(Avni mahlasıyla). İstanbul’u fethettikten sonra dünyanın dört bir
yanından bilim adamı, şair, ressam v.s çağırarak şehri bir kültür abidesine
çeviriyor. Bütün bunları yapan padişaha sahip Osmanlıyı sadece haremle anmak
sizce de çok zalimce değil mi?Ki saydığım sadece bir padişahın özellikleri.
Neyse dönelim ana temaya.Yani
İstanbul’un fethine.İstanbul’un fethi uzun süren ve çok cephede gerçekleşmiş
bir savaş.Bu yüzden anlatması da zor ama yazarımız bu zorluğun üstesinden
gelmiş.
İskender’in Meryem’e kavuşma
hayalleriyle, Alberti Balbi’nin ruhsal çalkantılarıyla ve hep adını
andığımız,hani o son nefesiyle burçlara Osmanlı Sancağı’nı dikerek ölümsüzleşen
Ulubatlı Hasan’ın ortaya çıkışıyla, okurun dikkatini canlı tutmayı başarmış
yazarımız.Sıkıcı bir tarih kitabından ,sonuna kadar merakla okuduğumuz bir
macera kitabına çevirmiş konuyu.Tüm savaş sahnelerinde okurun yüreğini ağzına
getirecek kadar da iyi kullanmış dili.
Bu değerli kitabın yazarı Beyazıt
Akman 1981 doğumlu.Kitabı 2009 yılında yazmış.Yani 28 yaşında. Kitabı yazmak
için 5 yıl harcamış.Şuan Amerika’da New York Üniversitesi’nde dersler
veriyormuş.Genç yaşta yıllarca araştırma yaparak bir tarihi roman yazmış olan
Beyazıt Akman’ı gerçekten tebrik ediyorum.
Dünyanın İlk Günü kitabı
İmparatorluk serisinin birinci kitabıydı.Şimdi ikinci kitabı olan Son Sefarad’a
başladım.Ve eğer yazarımız ilk kitabındaki çizgiyi bozmamışsa ruhumda iz bırakan
yazarlar listeme onu da ekleyeceğim.