8 Haziran 2025 Pazar

Atmaca - Hikmet Hükümenoğlu

 

Yazarla ilgili olan düşüncelerimi söylemeye bilmem gerek var mı? Bir şekilde yazdıklarına bağlıyor beni. Yüzümde garip bir tebessüm bırakıyor çoğunlukla. Bazen geçmişe ait bir iz, bazen sevdiğim bir kitabın adını görüyorum romanlarında. Eğer ana karakterle de bağ kurabilirsem kitabı beğendim diyebiliyorum.


Ömer’in edebiyat dergisi çıkarması mı,( bir zamanlar Sosyal Edebiyat dergisi çıkarmıştık. Hey gidi günler.) üniversitede akademisyen olması mı,( tabii o da elinden alınıyor o ayrı bir konu) sevdiği kitaplar mı yoksa gerçek zannettiği geçmişinin aslında çok farklı olması mı bilmem ama çabuk bağ kurdum.


Aslında kitap Ömer’in yazdığı mektupla tam olarak mektup değil de kendi hayatını biri için yazıya dökmesiyle başlıyor. Bu kişinin kim olduğunu da kitabın sonunda öğreniyoruz. Ömer lise yıllarından yani 1990’lardan başlayarak anlatıyor yaşadıklarını. 2019’lara kadar devam ediyor.

Ömer arkadaşlarıyla lisede edebiyat dergisi çıkarmaya çalışan ama idarenin engeli yüzünden dergi konusunda yalnız bırakılan bir çocuk. Üstelik küçük yaşlarda annesini kaybetmiş, annesinin ölümünden sorumlu tuttuğu kardeşiyle ve babasıyla anlaşamayan sadece ablasıyla arası iyi olan öfkeli biri.


Yazar Ömer’in hayatı akıp giderken ülkenin de nasıl bir değişime uğradığını çok yerinde tespitler yaparak anlatıyor. 1990’lı yıllardan 2019’lara kadarki zamanı anlatırken Türkiye’de yaşanan siyasi olaylara, gündelik yaşama yer veriyor. Böyle olunca bazen yazar konuyu dallandırıp budaklandırıyor gibi hissedebilirsiniz. Ama hayat tek bir yolda akıp gitmiyor. Bizim farkında olup önemsemediğimiz ya da farkında bile olmadığımız çok yan yol var.



 

Bir kitapta en sevdiğim şeylerden biri sevdiğim kitap isimlerine rastlamak. Çünkü kitaplar bizi başka kitaplara götürmeli. Diğer hoşuma giden şey ise yazarın diğer kitaplarındaki karakterlere rastlamak. Burada ikisi de mevcut.


Ayfer Tunç Yeşil Peri Gecesi, Yusuf Atılgan Anayurt Oteli, H.A. Toptaş Gölgesizler, Latife Tekin Sevgili Arsız Ölüm... Kitapta geçen ve benim sevdiğim kitaplardan birkaçı.


Ve Körburun’daki Onur hoca ve bizim meşhur kitapçı. Hükümenoğlu’nun kitaplarıyla ilgili yorum yapanların hala bu kitapçı detayına nasıl önem vermediklerini anlamıyorum. Bir kitapta başka bir kitaptan karakter görünce yabancı bir şehirde sevdiğim birine rastlamış gibi oluyorum ben.


Kitapla ilgili en çok eleştirilen şey ise atmaca metaforunun yeterince iyi işlenmediği olmuş.

Galiba çoğu okur o atmacının bir yerde daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmasını, olayların gidişatını tamamen değiştirmesini ve bizim de aaa bak işte atmaca bu yüzden var dememizi istiyor.

Sonuçta kitabın başında Ömer’in yaz tatilinde çalıştığı butik otelde garip bir şekilde ortaya çıkıp sonra metafor olarak onun göğsüne yerleşen atmacanın çok ses getirmesi gerektiği düşünülmüş.

Oysa içimizde kopan fırtınalar her zaman çok ses getirmiyor. Usul usul alttan çalan bir fon gibi ömür boyu süren bir ses, atılan çığlıktan daha mı az değerli?

Ben bu yapılan eleştirileri haksız buldum. Ömer’in öfkesi gerçek bir insanın öfkesiydi. Yıllar süren hiç geçmeyen duyguları çok iyi bilirim.

Yani ezcümle ben yine Hükümenoğlu’nu beğendim. Hep yazsın hep okuyayım.

Bu arada görseli bu kez yapay zekaya yaptırdım. Sevdim ben yapay zeka işini ama dipsiz bir kuyu gibi dikkat etmek lazım.

26 Nisan 2025 Cumartesi

Blogları Canlandırma Projesi - Nisan

 


 


Blogları canlandırma projesinin nisan ayı konularından biri de yağmurdu. Bu konuda ben de yazmak istedim. Zaten çoğu zaman projeye dâhil olmak istiyor ama bir türlü zaman yaratamıyordum. Ya da tam o konuyla ilgili yazmak istesem zaman dolmuş, o ay bitmiş oluyordu. E biliyorsunuz ki zaman çabuk biten bir şey. 

Bu kez yazdığım ödevi yarım bıraktım, ödevin ortasında hop yeni bir sayfa açıp bu yazıyı yazmaya başladım. Ödevimden kaçıyor da olabilirim ama orasını karıştırmayın boş verin siz. Yağmur konusunda ne yazabilirim diye düşünürken, neden kısa bir hikâyecik yazmayayım dedim. Bakalım nasıl olacak…

“Yağmur usul usul, şıp şıp şıp diye damlamaya başlamıştı yeni boyattığı ayakkabısının tam da ucuna. Daha ne kadar burada böyle bekleyeceğini kendi de bilmiyordu. Yağmurun ne zaman duracağı belli mi olurdu? Belki saatlerce sürer belki de birden kesiliverirdi.

Damlaların giderek hızlanacağını önünden geçen insanların telaşından anlayabiliyordu. Kimsenin ıslanmaya tahammülü yoktu. Bir an önce kuru bir yere, olmadı bir dükkân tentesinin altına girmeye çalışıyorlardı. Koşan insan sayısı artınca oturduğu banktan ayağa kalktı, etrafını sakince izlemeye devam etti, henüz gitmeye niyeti yoktu.

Her düşen damlada bir anı gözünün önünde büyüyordu. Bir damlada sokakta misket oynuyor, diğerinde okuldan çıkar çıkmaz kravatını gevşetip top sahasına koşuyor, öbüründe işten dönerken karşısına çıkan deniz mavisi iki gözün esiri oluyordu. Hayat da tıpkı bu damlalar gibi hızla akıp gitmişti. Hiç anlamamıştı zaman nasıl bu kadar hızlı akabilmişti. Şimdi saçlarının beyazları her geçen gün artıyordu ama artık bir önemi yoktu. Çünkü onun için zaman yirmi yıl önce tam da burada durmuştu.

Damlaları izlerken yanından geçen genç adam bir yandan ona seslenip bir yandan koşmaya devam etti.

“Arif amca hadi evine git, bu kez yağmurun durmaya hiç niyeti yok ıslanma, hasta olacaksın.”

Adamın sesini duyunca uykudan yeni uyanmış gibi başını kaldırdı ve kaldırımdan yola indi, ellerine baktı. Yıllar önce tam da burda yağmurda kayıp arabanın altında kalan bir çift mavi gözün ellerinin sıcaklığı hala ellerindeydi."

 

Tamam tamam bu kadar duygusallık yeter, dağılabiliriz. 


29 Ocak 2025 Çarşamba

Kapak Kızı - Ayfer Tunç

 


 

Siz hayatın neresindesiniz?

Bulunduğu yerin doğru taraf olduğuna emin olup karşı tarafta olanları yargılayan kısımda mı?

Korkaklar tarafında mı?

Sonuna kadar gidenlerin tarafında mı yoksa hiçbir şey yapmadan yaşayanlar tarafında mı?

Şebnem dibe inmeyi göze alanlardan, Ersin ve Selda ise hayatın akışını bozmaktan korkanlardan.

Öyle pat diye girdim olaya baştan alayım en iyisi.

Ankara’dan İstanbul’a giden trenin yemekli vagonunda aynı fotoğraf yüzünden kendilerini sorgulamaya başlayan üç insan. Ersin, Selda ve Bünyamin…

Ayın Kapak Kızı Şebnem’in çıplak hatta fazla çıplak fotoğraflarına bakıp hayatlarını sorgulamaya başlayan birbirinden habersiz bu üç insanın iç dünyalarının bir fotoğrafla nasıl alt üst olduğunu anlatıyor yazar.

Ersin ve Selda bir zamanlar hayatlarından geçmiş bu güzel kızın onları aslında nasıl da derinden etkilemiş olduğunu fark ediyorlar. Bünyamin ise hiç tanımadığı birinin fotoğrafı üzerinden kendi hayatı ile ilgili kararlar veriyor. Her biri o fotoğrafta farklı şeyler görüyor. Tıpkı hayat gibi...

Herkes hayata kendi penceresinden bakıyor. Herkes baktığı yerden haklı görüyor kendini.

Ben hep imrenmişimdir kendini haklı görenlere. Çünkü kendimi her haklı görüşümün arkasından içimde bir ses fısıldar: “Emin misin?”

Bu sesi hiç susturamam, çok derinden gelir ama nettir.

Belki de bu yüzden Selda’yı çok iyi anladım. Selda Şebnem’in fotoğrafı için Ersin’e:

“...kendinizi fazla önemsemiyor musunuz? Siz herkesin onayladığı saygın alandasınız da, oradan Şebnem’e merhamet gösteriyor, onu bağışlıyor gibisiniz. Durduğunuz yerin doğru olduğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Onu bağışlamak sizin haddiniz mi?” diyerek aslında temeldeki en büyük sorunumuzu dile getiriyor.

Ne haddimize?

Haddimiz olmayan şeylere öyle hadsizce yorumlar yapıp yargılıyoruz ki…

Ayfer Tunç gizli bir mesaj verir gibi anlatmış bunu. Öyle ortalara dökmeden kamu spotu gibi gözümüze gözümüze sokmadan ki bu benim en sevdiğim yazar üslubudur.

Ama bir kitapta hangi cümlenin kimin için gizli mesaj olacağı belli olmaz. Belki siz Selda yerine Bünyamin’e odaklanırsınız.

Karısının kendisini aldattığını düşünen, bunun için elinde hiçbir kanıt yokken şüpheyle dolan, çocuğunun olması çok düşük bir ihtimalken hamile kalan karısını önce düşüncelerinde yargılayan sonra aklayan, Şebnem’in fotoğrafı yüzünden elleri yanan Bünyamin’e.

Ya da sevdiği sandığı Şebnem’i yarı yolda bile değil henüz yola çıkmadan terk eden Ersin’e.

Ben her ne kadar Selda’ya odaklansam da Şebnem’in hayatını çok merak ettim. Bu yüzden merakımı giderebileceğim Yeşil Peri Gecesi kitabını da bir an önce okuyacağım.

Ersin’i ise açıkçası hiç merak etmedim. Çok iyi tanıyorum onu. Yarı yolda bırakmayı iyi bilen,kendi düzenini bozmaktan ödü kopan, sanki mağdurmuş gibi bir tavır takınıp aslında hayatını bal gibi de yaşayan, karşıdakinin hislerini düşünmeden kendi içine odaklanan biri işte. Düşünmeye değmez. Hem Ersinleri sadece karşı cins olarak düşünmeyin. Öyle çok arkadaşınız vardır belki de…