Uzun zaman önce okuduğum ama hakkındaki düşüncelerimi bir türlü yazamadığım bir kitapla geldim. Kitabı sevdiğim bir arkadaşın tavsiyesi üzerine okudum. Yazarın okuduğum ilk kitabı. Çokça emek verildiğine inandığım bir kitap olmuş.
Kitap iki hikâyenin sarmal bir yapıyla anlatılmasından oluşuyor. Annesi ve babası bir intikam yüzünden öldürülen Neri’yi korumak için dedesi yurt dışına gönderir. Neri’nin yıllar sonra İstanbul’a gelmesi ve ailesine ait antika bir vazoyu almasıyla da olaylar başlar. Vazodan Neri’nin anneannesinin yazdığı roman sayfaları çıkar.
Bundan sonraki kısımlarda bir yandan Neri’nin, ailesiyle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışmasına bir yandan ise çok ama çok geriye 1864 yılında yaşananlara tanıklık ederiz.
1864 Çerkes sürgünü ve soykırımı. Yazarın tüm çıplaklığıyla dehşet yıllarını önümüze serdiği, bu kadar vahşet nasıl mümkün olabilir dediğimiz, insanlığın bittiği olaylar… Yazar soykırımı anlatırken Çerkes kültürünü, tarihini, o dönemin dünya siyasetini de anlatıyor. Kullanılan isimler, konuşma şekilleri, töreler o kadar yerli yerinde ki, yazarın ne kadar emek verdiğini anlayabiliyorsunuz.
“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”
Bu satırlar nasıl bir vahşet yaşandığını gayet net bir şekilde anlatıyor zaten. Yazar bu vahşeti ne kadar gerçekçi anlatıyorsa tüm bu vahşetin içinde filizlenen bir aşkı da bir o kadar gerçekçi anlatıyor. Sürgün yıllarında yaşayan Janset ve Jankat’ın aşkı yanı başımızda yaşanıyormuş gibi sahici… Zaten aşk zamansız bir duygu değil mi? Yazan yüreğinde hissediyorsa yazdıklarını zamanın ötesinden gelen sesi bir nefes kadar yakın oluyor. Janset’in tüm kıskançlıklarını, aşk için bekleyişlerini, vazgeçişlerini, yüreğinin deli gibi çarpmasını onun yanındaymış gibi hissedebildim.
Sarmal bir yapıda dediğim kitabın diğer tarafında da Neri ve Aras var. Ailesiyle ilgili gizemi çözmeye çalışan Neri ile ona yardım eden Aras arasında da bir aşk filizlenir ve bu aşk Janset-Jankat aşkıyla paralel ilerler. Ama ben Neri ile Aras’ın aşkını yanı başımda hissetmedim açıkçası. Kitabın 1864 yılı kısmı ne kadar yakınsa günümüz kısmı bir o kadar uzak kaldı bana. Tabii kitabın büyüsünü bozacak şekilde bir uzaklık değil hissettiğim. Kitabın iki yanını birer kefeye koyduğumu farz edersek sürgün yılları daha ağır bastı diyelim.
Eğer Sema Soykan’ı daha önce okumadıysanız ve yeni yazarlara şans veriyorsanız( bu arada okumadığımız her yazar bizim için yeni yazardır) deneyin mutlaka.
Bu arada Sinemis Masalı’nı çok merak ettim. Bakalım siz de benim kadar merak edecek misiniz?