Herhangi bir şeye (bu bir fikir de olabilir, bir siyasi parti ya da bir din de hatta bir takım bile) yürekten bağlanamamanın inanılmaz zorluğunu yaşıyorum. Sanırım bu dünyadaki en mutlu insanlar teslim olmuş, kabullenmiş, herhangi bir fikri sonuna kadar savunabilenler. Eğer böyle biriyseniz bence çok şanslısınız. Öteki türlü sürekli bir arafta olma halinde yaşıyor insan. Savunduğunuz fikrin kötü yanını görebilmek ve bunu dile getirebilmek çok da matah bir şey değil. Ben de körü körüne inanmak, kalpten bağlanmak, bir gruba dahil olmak istiyorum bazen. Kendimi hiçbir gruba dahil hissetmiyorum. Sanırım ben bu dünyaya nerede olursam olayım aslında burası gerçekten bana göre mi demek için gelmişim. Ha peki mutsuz bir insan mıyım? Hayır. Benimki araftaki mutluluk belki de. Karamsar biri de değilim. Dünyanın sürekli kötüye gittiğini düşünmüyorum. Zaten kötülüğün daima var olduğunu düşünüyorum :) Habil ile Kabil sonuçta birbirini öldürmedi mi diyorum. Sonra da emin misin, sence ilk katiller onlar mıydı ya da Habil ile Kabil birer simgeden ibaret olmasın diye ekliyorum.
Ah diyorum, bu kadar düşünmeye değer mi bu dünya için. Sonuçta hepimiz öleceğiz bir gün. Ahirette tüm sırlar açığa çıkmayacak mı? Sonra aklımda yine o fısıltılar yükseliyor. Ahiret inancının olması toplumlar için ne kadar yararlı değil mi? Sonuçta hakkını alamayan herkes öteki tarafa havale ediyor. Bu dünya katlanılması daha kolay olmuyor mu bu inanç yüzünden. Acaba böyle bir inanç olmasaydı, adaletin sağlanacağına inandığımız bir yer olmayınca, adaleti bu dünyada sağlamak için daha çok çabalamaz mıydık?
İşte bu çelişkiler böyle devam edip gidiyor beynimde. Bu yazıyı da silmeden bir an önce yayınlayayım en iyisi. Sonra da yeni kitabıma döneyim. Belki okumayı bitirince gelirim yine buraya.