Yaşar Kemal kitabı yazalı 40 yıl geçmiş ama bir arpa boyu
yol alabilmiş miyiz bilmiyorum. Aslında geleceğe dair çok karamsar düşüncelere
sahip biri değilim. Daima hep daha iyiye gittiğimize ya da en azından geçmişin
bu zamandan daha iyi olmadığına inanırım.( Bu düşüncelerim siyasi ya da
ekonomik değil, tamamen “insan olabilme” ile ilgili. )
Ama son zamanlarda yaşanan olayları düşününce istemsiz bir
şekilde geçmişin özlemini çekiyorum. Çocukluğumu hatırlıyorum. Hava kararıncaya
kadar sokakta oynadığımız, anne-babalarımızın bazen nerede olduğumuzu merak
bile etmediği zamanlar geliyor aklıma. Yazık, kızım çocukluğunu hiç böyle
hatırlayamayacak. Muhtemelen annem ve babam beni parka götürüp başımda nöbet tutarlardı
diyecek. Peki insanlık ne ara çocuklara
zarar veren, minicik bedenlerden şehvet duyan bir hale geldi de , çocuklarını
cam fanusta yaşatma arzusuyla yandı yürekler.
Hep vardı da , şimdi medya mı gözümüzü açtı? Tüm dünya bir
tık ötemizde diye mi her türlü pislikten haberimiz oluyor? Geçmişte de mi kötü
niyetlilere kurban gidiyordu çocuklar, kendisinden ayrılmak isteyen kadını
öldürüyor muydu evrimini tamamlayamamış insan müsveddeleri. Bu sorular bitmez
ama bu erkek egemen dünya, bu ataerkil toplum hiç mi değişmeyecek?
Yaşar Kemal 1976 ‘da yazdığı “Yılanı Öldürseler” kitabıyla
işte bu ataerkil yapıyı ilmek ilmek olay örgüsüne eklemiş. Ben bu kitapla Marquez’in Kırmızı Pazartesi
kitabını çok benzettim. Tabi Marquez’in kitabını , Yılanı Öldürseler kitabından
5 yıl sonra yazdığını belirtmeden geçmeyeyim. İki kitapta da olay baştan
bellidir. Sonu, başından belli olan bir
kitabı okutabilmek de Yaşar Kemal ve Marquez gibi ustaların işi zaten. Marquez
işleneceği herkes tarafından bilinen bir cinayetin önlenememesini konu edinir.
Ana sorun yine bacak arası ahlak anlayışıdır. Yaşar Kemal de töre cinayetine
kurban gideceği belli olan, üstelik 9 yaşındaki oğlu tarafından öldürülecek
olan, Esme’nin kara yazısını anlatır. Esme’nin yazısı karadır ama o kadar
güzeldir ki cemali… Allah’ın bin yılda bir yarattığı bu güzelliği öldürmeye
kimse yanaşmaz. Gören aşık olur, eli titrer, tetiği çekemez. Halil’in zorla
sahip olduğu bu güzelliğin gönlünde başka biri vardır aslında: Abbas.
Abbas bir gece, Esme’nin kocası Halil’i öldürünce, önce
Halil’in ailesi sonra tüm köy çalkalanmaya başlar. Söz döner dolaşır Halil’in
kanlısının Esme olduğuna varır. Ve ne acıdır ki, tüm bu söylentileri
körükleyen, Hasan’ı katil yapan da bir kadındır. Hasan’ın babaannesidir.
Babaanne karakteri kitapta ataerkil yapının vücut bulmuş halidir. Yaşar Kemal
satır aralarında çok doğu bir düşünceyi yayar aslında. Ataerkil yapının tüm
suçlusu biz kadınlarız. Oğullarını dünyanın merkezine koyan kadınlar.
Kendi kadınlıklarını unutup, oğullarını kızlarından hep önde tutan kadınlar.
Oğullarına davullu zurnalı sünnet düğünü yapıp, küçücük beyinlerine
organlarının ne kadar önemli olduğu mesajını yerleştiren kadınlar. Babaannesi
de Hasan’ın beynine öyle zehirli fikirler yerleştirir ki artık Hasan annesini öldürmekten
başka çaresi kalmadığına inanır. Bu
arada kitabın bazı bölümleri tekrara düşme gibi algılanabilir ama tüm bunlar
aynı cümlelerin Hasan’ın beyninde nasıl yankılandığını okurun iyice anlaması
için yapılmış bilinçli bir davranış bence.
Kitabın diliyle ilgili ise bir şey söylemeye gerek var mı
bilemem. Yaşar Kemal sonuçta. Tasvir ustası, gözüyle kartal avlayan bir yazar
o. Bu kitabında da Çukurova’yı resmediyor adeta. Resmeden sadece o değil. Kitabın
içinde Abidin Dino’nun çizimleri de var. Onlar da ayrı bir tat katmış kitaba.
Eğer daha önce Yaşar Kemal okumadıysanız, bu kitabıyla
başlayabilirsiniz. Yazarın diline, üslubuna alıştıktan sonra diğer kitapları
çorap söküğü gibi gelecektir zaten.
Kitapla
ilgili hoşuma gitmeyen tek şey ise son iki paragraf oldu. Okuyunca bakalım siz de benim gibi düşünecek misiniz?
ilgili hoşuma gitmeyen tek şey ise son iki paragraf oldu. Okuyunca bakalım siz de benim gibi düşünecek misiniz?
Son olarak; Yılanı Öldürseler 1981 yılında Türkan Şoray
tarafından sinemaya uyarlanmış. Türkan Şoray hem filmin yönetmenliğini yapmış
hem de başrolde oynamış. Müziklerini Zülfü Livaneli’nin yaptığı filmi de
mutlaka izleyin.
Bir sonraki kitap yorumunda görüşmek üzere.
Bir sonraki kitap yorumunda görüşmek üzere.