Kitap yorumlamak riskli bir iş.Kimi kitaptan bilgiler veriyor diye (
şimdilerde bunun adına spoiler diyorlar ama ben taraftar değilim
bu kelimenin dilimize yerleşmesine) kimi ise olumsuz yönde
etkilenmemek için okumak istemiyor kitap tanıtım yazılarını. Bu
yüzden mümkün olduğunca , aynı kitabı anlatan diğer yazıların
tekrarı olmaması için, önce diğer blogları, o kitapla ilgili
yapılan yorumları okurum. Sevgili Arsız Ölüm kitabı için de
birçok farklı yoruma denk geldim. İçlerinde çok talihsiz
yorumlar da vardı. Bir kitabı beğenip beğenmemek tamamen
kişiseldir ve hiçbir kanıta ihtiyaç duymaz ama edebiyatta yer
edindiği kesin olan bir esere berbat demek nasıl bir okurun
cümlesidir bilemedim.
Bloglardan birini
okurken, “romanın protagonisti kim acaba diye çok düşündüm”
şeklinde bir cümleye denk geldim. Neyse ki google var da
protagonist neymiş hemen bakıverdim :)
Kahraman demekmiş...
İçim sızladı.
Neden dedim, neden yabancı bir kelime kullanmaya gerek duyar ki
insan? (Kahraman kelimesinin kökeninin Farsça, karakter kelimesinin
kökeninin Fransızca olduğunu bilinçaltıma iterek.)
Sonra aynı soruyu
ben de düşündüm. Bu romanın kahramanı kim? Yaşadığı köye
soba, radyo ,tulumba, otobüs gibi daha önce kimsenin görmediği
şeyleri getiren Huvat mı?Huvat’ın son
gelişinde yanında getirdiği, köydeki kadınlara hiç benzemeyen
Atiye mi?
Doğmadan önce
Cinci Memet’in bu kız eksik doğmazsa, başına gelmedik
kalmayacak dediği Dirmit mi?
Benim kahramanım,
taşla toprakla konuşan, babasının şehirden getirdiği tulumbayla
gönül bağı kuran, dışa kapalı yerde doğmuş özgür ruhlu
insanların kötü kaderini yaşayan, içindeki ateşle nereyi
yakacağını bilemeyen, heves ettiği her şey elinden alınan, en
sonunda şiirlerinden de olan Dirmit kız ama kitap Atiye’nin
sonuyla son bulduğu için baş kahraman olarak Atiye’yi
gösterebiliriz. Huvat Atiye’yi şehirden getirir ama Atiye köye
hemen ayak uydurur. Hatta kitapta bu süreç çok hızlı geçilir ve
biz Atiye’nin başka bir yerden geldiğini unutur, onu Alacüvek
Köyü’nün bir parçası olarak görmeye başlarız. Atiye köyle
öyle bütünleşir ki , kitabın ikinci kısmında şehre
taşındıkları zaman asıl oraya yabancı kalır.
Buradan da
anlaşılacağı üzere kitap iki kısımdan oluşuyor. İlk kısım
Aktaş ailesinin köydeki yaşantısını, ikinci kısım ise şehre
taşındıktan sonraki hallerini anlatıyor. Birinci kısımda hem
batıl inançlar hem de masalsı anlatım yoğun bir şekilde göze
çarpıyor. Özellikle kullanılan deyimlerin , kelimelerin
çeşitililiği, bunları 25 yaşında biri nasıl yazabilir
dedirtiyor insana. Kitabın ikinci kısmında yani şehir
yaşantısının anlatıldığı kısımda, Atiye ve Huvat’ın
diğer çocuklarının yaşamlarına da dahil oluyoruz. Seyit, Halit,
Halit’in karısı Zekiye, Nuğber, Mahmut... Her birinin yaşadığı
olayları okuyoruz ama derin psikolojik tahliller yapmıyor yazar ,
okura bırakıyor bu işi.
Kitabın ikinci
kısmını okurken aklıma Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık
kitabı geldi. İki kitap arasında anlatılan konu bakımından
oldukça benzerlik var. Köyden kente göç sürecinde bireyin uyum
çabasını anlatıyor iki yazar da tabi bir farkla. Orhan Pamuk olayları
bir gözlemci olarak anlatırken, Latife Tekin içeriden biri olarak
aktarıyor yaşananları. Bu yüzden de Latife Tekin’in kitabında
yoksulluk elle tutulur hale gelirken Orhan Pamuk’un kitabında
havada asılı kalıyor.
Üstelik Latife Tekin kitabını büyülü gerçekçiliğin büyüsüne sarıp
aktarıyor ki benim en sevdiğim türdür. Büyülü gerçekçiliği
Sosyal Edebiyat Dergisi ’ndeki Kitap Nasıl Okunur adlı yazımda da anlatmıştım.
Borges ve Marquez bu türün piri olsa da bence Latife Tekin’in bu
kitabı da azımsanacak gibi değil. Özellikle köy yaşantısında
cinlerin , perilerin sıradanlaştırılması ve Atiye’nin Azrail
ile olan kavgaları çok etkileyiciydi. Eğer Latife Tekin'in 1983 yılında yazdığı , aslında otobiyografik bir roman olan bu kitabı okumaya karar
verdiyseniz , anlatmaya çalıştığımın kat kat fazlasının
kitapta yer aldığını ve bir hurafeler kuyusuna düşmek üzere
olduğunuzu bilin.
Bir sonraki kitapta görüşmek üzere. İyi okumalar.
Bir sonraki kitapta görüşmek üzere. İyi okumalar.