Sanırım bu kitabı yorumlamadan önce itiraf etmem gereken bir şey
var. Çok uzun zaman önce, fantastik-korku kitapları okuyan bir
arkadaşımın elindeki kitaba bakıp burun kıvırmıştım. Çok
şey bildiğimi, çok okuduğumu hatta en iyi kitapları , en iyi
yazarları okuduğumu düşündüğüm bir dönemdi. Ah gençlik
işte.:) Sonra, zaman geçtikçe, okuduğum her kitap benliğimdeki
bir açığı kapattıkça, o eksiklik duygusunun hiç azalmadığını,
okudukça arttığını , öğrenecek daha çok şey olduğunu,
insanın hayata dair kesin çizgileri olmasının, görebilmeyi nasıl
etkiledğini farketmeye başladım. Farklı türdeki kitaplara ön
yargıyla yaklaşmamak gerektiğini anladım ama fantastik-
korku-gerilim kitaplarını okumak için de özel bir çaba
sarfetmedim. Okuduğum ilk korku-gerilim kitabı Stephen King’in
“Çılgınlığın Ötesi”ydi. Fantastik türde ise Yüzüklerin
Efendisi ve Taht Oyunları’nı okudum. Bu konuda bizim
yazarlarımıza hiç şans tanımadım açıkçası. Çünkü Türk Edebiyatı’nda bu
tarzın hakkının verilmediği algısını bir türlü aşamadım.
Ve bu algıya sahip olan tek kişi de değilim sanırım.
1920’lerde
edebiyatımıza girmiş olan korku türü 2000’lere kadar neredeyse
hiç ilgi görmemiş. Türk masallarına, mitolojisine baktığımzda
aslında korku türünde ilk sıralarda yer almamız gerekirken, biz
bu birikimimizi yazıda değil sözel dilde kullanmışız. Hepimizin
zihninde tüylerini diken diken eden cin-peri hikayeleri var ama bu
bir türlü batının gotik edebiyatına evrilememiş. Son zamanlarda
ise gençlerin ilgisi bu türü canlandıracak nitelikte. Son dönem
korku-gerilim-fantastik türde yazılan kitapların aralarında
elbette çok acemice yazılmış, bir taklitten ibaret kalmış
olanlar vardır. Ama bu türü sağlam bir gotik edebiyata
dönüştürecek kitaplar da çıkıyordur muhakkak. Sanırım burada
en çok iş, eleştirmenlere, araştırmacılara ve farklı
yazarlara şan verebilen okurlara düşüyor. İyi yazılmış her
tür kitap iyi edebiyattır düsturunu benimsersek, birkaç yıl
sonra “Yerli Gotik Edebiyatı” şaha kalkacaktır.
Şimdi biz gelelim
Kontrat kitabına;
Halasının
ölümünden sonra, onun anısını onurlandırmak için bir
haftalığına halasının evine yerleşen Pelin’in, ailesinin altı
nesildir sürdürdüğü, o arazide yaşayan yedi kadim varlığın
rızasının alınmasıyla gerçekleşen anlaşmayı kabul etmesiyle
başlıyor olaylar. Her varlığın ( ya da yaratığın mı demeli)
rızasını almak için onların isteklerini yerine getirmeye çalışan
Pelin, bizi başımıza gelse oracıkta düşüp bayılacağımız
olayların içine sürüklüyor. Kimi yerde karanlık bir ormanda,
kimi yerde bir göletin dibinde, suyun altında birbirinden ilginç,
kıvrak bir zekanın ürünü olan yaratıklarla mücadele ediyor.
Yazar, keşke birkaç yerde daha kullansaymış dediğim ,bu kadim
varlıklar için özel bir dil de yaratmış. Olaylar sadece Pelin’in
yaşadıklarıyla da sınırlı değil. Pelin’in komşusu
Safiye’nin ağzından, o arazideki diğer ailelerin hangi şartları
kabul ederek anlaşmaya dahil olduklarını, neler yaşadıklarını
da öğreniyoruz. Bazı ailelerin “bir şeye sahip olmak için,
sahip olduğu başka bir şeyden vazgeçme” temeline dayanan
anlaşmasını okurken, vazgeçtikleri şeyler için kimi yerde
dehşete düştüm kimi yerde üzüldüm. Kitapta en çok,
bitkilerden ömür uzatan içecekler yapan, insanların
göremediklerini gören Safiye ile, Pelin’e yaratıklarla
mücadelesinde yardım eden ceviz ağacı karakterini sevdim.
Kitabın temeli eski
Türk efsanelerine dayanıyor olsa da, hikayedeki yaratıkların daha
“bizden” olmalarını bekledim açıkçası. Çünkü emek
vererek yazan ( ki benim bir kitabı beğenmemdeki ilk kriterdir) ve
zekice kurgu oluşturabilen bir yazarın kaleminden, ayakları ters
dönmüş, birçok insanın adını anmaktan korkup üç harfliler
dediği, incir ağacının altında düğün yapan cinleri, yeni
doğum yapmış kadınlara musallat olan albastıları, karabasanları
okumak istiyorum. Bu konuda sahip olduğumuz geniş kültürü
kullanmak gerektiğine inanıyorum. Belki bir sonraki kitabında
kendi kültürümüzün korku öğelerini daha çok kullanır da, benim gibi Türk Edebiyatı sevdalılarının da fantastik edebiyat okumasına vesile olmuş olur.
Kitabı okumak
isteyenlerin hevesini kaçırmamak için fazla ayrıntı vermek
istemiyorum. Kitabı gerçekten beğenerek okudum fakat hoşuma
gitmeyen iki şey vardı: Birincisi Pelin-Selin isimleri. Belki ben
hala katı kurallarını tam olarak aşamayan biri olduğum için
beni olmusuz etkilemiştir belki siz buna hiç takılmayacaksınızdır.
Bu kitap öyle her önüne gelenin watpatta yazdığı bir fantastik
kitap denemelerinden biri değil. Elimizde gerçek bir korku kitabı
var.O yüzden karakter isimleri içime sinmedi. İkincisi ise Selin
karakterinin bir iki yerde “gidicem, kalıcam” demesiydi ki onun
karakterindeki insan muhakkak böyle konuşur ama yazı dilinde
olmaması gerektiğine inanıyorum. Ah işte ön yargılar, çizgiler
öyle kolay değişmiyor.
Tabi şimdi bu benim
açımdan olumsuz olan birçok okurun hiç takılmayacağı iki
örneğe bakıp başta yazdıklarımı es geçmeyin. Kitabın diliyle
ilgili yanlış bir algıya kapılmayın diye kitaptan kısa birkaç alıntı* yaparak yazımı noktalıyorum ve yazarın yeni kitabını heyecanla bekliyorum.
" Orman, göz gözü görmeyecek kadar karanlıktı. Ayağını bastığı yeri nasıl göreceğini düşünürken önünde uçuşan güve kelebeğinin kanatları sarı bir ışık ile parıldadı. Kanatlarını her çırpışında sanki etrafındaki havayı yakıyormuş gibi ışıktan bir iz bırakarak yolu aydınlattı. Diğer güve kelebekleri de aynı şeyi yaptılar ve ışık saçmaya başladılar. Böylece, dört bir tarafını saran ışığın içinde, öndeki güve kelebeğinin rehberliğinde ormanın derinliklerine doğru inmeye başladı."
* Alıntıları bilerek en heyecanlı yerlerden yapmadım ki okurlara ip ucu niteliğinde olmasın. Sadece yazarın dilinin akıcılığını görün istedim.