6 Kasım 2018 Salı

Kontrat - Ş.Serda KAYMAN


       Sanırım bu kitabı yorumlamadan önce itiraf etmem gereken bir şey var. Çok uzun zaman önce, fantastik-korku kitapları okuyan bir arkadaşımın elindeki kitaba bakıp burun kıvırmıştım. Çok şey bildiğimi, çok okuduğumu hatta en iyi kitapları , en iyi yazarları okuduğumu düşündüğüm bir dönemdi. Ah gençlik işte.:) Sonra, zaman geçtikçe, okuduğum her kitap benliğimdeki bir açığı kapattıkça, o eksiklik duygusunun hiç azalmadığını, okudukça arttığını , öğrenecek daha çok şey olduğunu, insanın hayata dair kesin çizgileri olmasının, görebilmeyi nasıl etkiledğini farketmeye başladım. Farklı türdeki kitaplara ön yargıyla yaklaşmamak gerektiğini anladım ama fantastik- korku-gerilim kitaplarını okumak için de özel bir çaba sarfetmedim. Okuduğum ilk korku-gerilim kitabı Stephen King’in “Çılgınlığın Ötesi”ydi. Fantastik türde ise Yüzüklerin Efendisi ve Taht Oyunları’nı okudum. Bu konuda bizim yazarlarımıza hiç şans tanımadım açıkçası. Çünkü Türk Edebiyatı’nda bu tarzın hakkının verilmediği algısını bir türlü aşamadım. Ve bu algıya sahip olan tek kişi de değilim sanırım.

       1920’lerde edebiyatımıza girmiş olan korku türü 2000’lere kadar neredeyse hiç ilgi görmemiş. Türk masallarına, mitolojisine baktığımzda aslında korku türünde ilk sıralarda yer almamız gerekirken, biz bu birikimimizi yazıda değil sözel dilde kullanmışız. Hepimizin zihninde tüylerini diken diken eden cin-peri hikayeleri var ama bu bir türlü batının gotik edebiyatına evrilememiş. Son zamanlarda ise gençlerin ilgisi bu türü canlandıracak nitelikte. Son dönem korku-gerilim-fantastik türde yazılan kitapların aralarında elbette çok acemice yazılmış, bir taklitten ibaret kalmış olanlar vardır. Ama bu türü sağlam bir gotik edebiyata dönüştürecek kitaplar da çıkıyordur muhakkak. Sanırım burada en çok iş, eleştirmenlere, araştırmacılara ve farklı yazarlara şan verebilen okurlara düşüyor. İyi yazılmış her tür kitap iyi edebiyattır düsturunu benimsersek, birkaç yıl sonra “Yerli Gotik Edebiyatı” şaha kalkacaktır.

       Şimdi biz gelelim Kontrat kitabına;

       Halasının ölümünden sonra, onun anısını onurlandırmak için bir haftalığına halasının evine yerleşen Pelin’in, ailesinin altı nesildir sürdürdüğü, o arazide yaşayan yedi kadim varlığın rızasının alınmasıyla gerçekleşen anlaşmayı kabul etmesiyle başlıyor olaylar. Her varlığın ( ya da yaratığın mı demeli) rızasını almak için onların isteklerini yerine getirmeye çalışan Pelin, bizi başımıza gelse oracıkta düşüp bayılacağımız olayların içine sürüklüyor. Kimi yerde karanlık bir ormanda, kimi yerde bir göletin dibinde, suyun altında birbirinden ilginç, kıvrak bir zekanın ürünü olan yaratıklarla mücadele ediyor. Yazar, keşke birkaç yerde daha kullansaymış dediğim ,bu kadim varlıklar için özel bir dil de yaratmış. Olaylar sadece Pelin’in yaşadıklarıyla da sınırlı değil. Pelin’in komşusu Safiye’nin ağzından, o arazideki diğer ailelerin hangi şartları kabul ederek anlaşmaya dahil olduklarını, neler yaşadıklarını da öğreniyoruz. Bazı ailelerin “bir şeye sahip olmak için, sahip olduğu başka bir şeyden vazgeçme” temeline dayanan anlaşmasını okurken, vazgeçtikleri şeyler için kimi yerde dehşete düştüm kimi yerde üzüldüm. Kitapta en çok, bitkilerden ömür uzatan içecekler yapan, insanların göremediklerini gören Safiye ile, Pelin’e yaratıklarla mücadelesinde yardım eden ceviz ağacı karakterini sevdim.

       Kitabın temeli eski Türk efsanelerine dayanıyor olsa da, hikayedeki yaratıkların daha “bizden” olmalarını bekledim açıkçası. Çünkü emek vererek yazan ( ki benim bir kitabı beğenmemdeki ilk kriterdir) ve zekice kurgu oluşturabilen bir yazarın kaleminden, ayakları ters dönmüş, birçok insanın adını anmaktan korkup üç harfliler dediği, incir ağacının altında düğün yapan cinleri, yeni doğum yapmış kadınlara musallat olan albastıları, karabasanları okumak istiyorum. Bu konuda sahip olduğumuz geniş kültürü kullanmak gerektiğine inanıyorum. Belki bir sonraki kitabında kendi kültürümüzün korku öğelerini daha çok kullanır da, benim gibi Türk Edebiyatı sevdalılarının da fantastik edebiyat okumasına vesile olmuş olur.

       Kitabı okumak isteyenlerin hevesini kaçırmamak için fazla ayrıntı vermek istemiyorum. Kitabı gerçekten beğenerek okudum fakat hoşuma gitmeyen iki şey vardı: Birincisi Pelin-Selin isimleri. Belki ben hala katı kurallarını tam olarak aşamayan biri olduğum için beni olmusuz etkilemiştir belki siz buna hiç takılmayacaksınızdır. Bu kitap öyle her önüne gelenin watpatta yazdığı bir fantastik kitap denemelerinden biri değil. Elimizde gerçek bir korku kitabı var.O yüzden karakter isimleri içime sinmedi. İkincisi ise Selin karakterinin bir iki yerde “gidicem, kalıcam” demesiydi ki onun karakterindeki insan muhakkak böyle konuşur ama yazı dilinde olmaması gerektiğine inanıyorum. Ah işte ön yargılar, çizgiler öyle kolay değişmiyor.

       Tabi şimdi bu benim açımdan olumsuz olan birçok okurun hiç takılmayacağı iki örneğe bakıp başta yazdıklarımı es geçmeyin. Kitabın diliyle ilgili yanlış bir algıya kapılmayın diye kitaptan kısa birkaç alıntı* yaparak yazımı noktalıyorum ve yazarın yeni kitabını heyecanla bekliyorum.

       
Sigun ve Gökkurt’un soyundan gelenler insan görüntüsündeydi, ama normal bir insandan çok daha cesur, çok daha güçlü ve çok daha zekiydi. Dünyayı fethedecek kadar ütün bir soydu.Dilediklerinde gerçek formları olan altın bir geyik veya gümüş bir kurt suretine bürünebilirlerdi. İlk nesiller kendilerine eş olarak normal insanları seçtiler. Böylece o özel kan zamanla seyreldi. Sahip oldukları özellikler de onunla birlikte azaldı, ama derler ki içlerinden bazıları eş olarak yasaklanmış olmasına karşın birbirlerini seçtiler ve saf kanı sürdürmeye devam ettiler. Bu saf kanlar, soyun diğer kolundan gizlenmek ve kendi hükümdarlıklarını kurmak için Anadolu’ya ve buradan da Avrupa ve Afrika’ya doğru göç ettiler. Binlerce yıldır da Anadolu’da ve diğer göç alanlarında yaşayan milletlerin efsanelerine konu oldular, hatta pek çok eski dinde tanrı olarak tapınıldılar. “
" Orman, göz gözü görmeyecek kadar karanlıktı. Ayağını bastığı yeri nasıl göreceğini düşünürken önünde uçuşan güve kelebeğinin kanatları sarı bir ışık ile parıldadı. Kanatlarını her çırpışında sanki etrafındaki havayı yakıyormuş gibi ışıktan bir iz bırakarak yolu aydınlattı. Diğer güve kelebekleri de aynı şeyi yaptılar ve ışık saçmaya başladılar. Böylece, dört bir tarafını saran ışığın içinde, öndeki güve kelebeğinin rehberliğinde ormanın derinliklerine doğru inmeye başladı."


* Alıntıları bilerek en heyecanlı yerlerden yapmadım ki okurlara ip ucu niteliğinde olmasın. Sadece yazarın dilinin akıcılığını görün istedim.