Ayyaş Ohannes’e günahlarından arınmak için 247 akçe veren
deli marangoz Nuh’un, bir gemici mezarlığındaki 247 meşeyi kullanarak, Diyavol
için yaptığı 247 kişilik mürettebatı olan kalyonun adı Amat.
Habil’in kardeşi Kabil’i öldürdüğü gün olduğu için uğursuz
sayılan Salı günü yola çıkan Amat’ın kaptanı Diyavol – İsim tanıdık geldi değil
mi?- ikinci kaptan olarak ya Kırbaç Süleyman’ı ya da Ali Reis’i seçecektir. Bu
mücadeleyi, mürettebata sözünü geçiren,asla yapmayacakları şeyleri yaptırabilen
kişi kazanacaktır.
Kaptan köşkünde, imal tarihi olarak 15-20 yıl sonrasını
gösteren bir keman fark eden Süleyman’ın en büyük tutkusu ölümsüzlüktür. Bu
tutkusu yüzünden kaptan köşkündeki ölümsüzlük üzerine yazılan kitapları bırakıp
ayrılamaz gemiden ve ikinci kaptanlık mücadelesine başlar. Eğer gemicilikle
ilgili terimlerin yoğunluğunu sindirebilirseniz, neden yola çıktığı tam olarak
bilinmeyen bu kalyonun aslında döngüsel bir yaradılış efsanesi olduğunu
anlayabilirsiniz. Mürettebatın siyah flamalı bir kalyon tarafından batırılan
iki kalyon için sefere çıktığını zannettiği Amat’ın direğine siyah flama
çekilmek zorunda kalınışı ve iki kalyonu batırması kitabın daimi bir kısır
döngüyü anlattığı hissini veriyor.
Diyavol’un, ben size kanlı elleriniz kadar yakınım diyerek
tüm mürettebatın işledikleri cinayetleri tek tek ortaya dökmesi, gemideki en
rahatsız yer olan cehennemin sair, sakar, cahim, hutema,leza ve haviye katları,
kalyonun baş tarafındaki fazla tahtalardan bir kadın figürü yapılması, Amat’ın
borazancısının adının İsrafil olması dini göndermelerden bazıları sadece.
Kaptanın Süleyman’a, kamarasındaki bir kitap hariç tüm kitaplarını okuyabileceğini,
ama o kitaba asla dokunmaması gerektiğini söylemesi de yasak elmayı
çağrıştırıyor. Ayrıca Ali Reis’in Süleyman’ın kaptanlığını kendinden aşağı
birinin emirlerini dinlemek istemediği için kabul etmeyişi ve Süleyman’ın
gerçek yüzünü göstermek için seferin sonuna kadar süre isteyişi de dine yapılan bir
atıf olarak karşımıza çıkıyor.
Nuh ustanın falına baktığı herkesin zarının 2-2-2-1 gelmesi,
şiddetli bir fırtına yüzünden tam batmak üzereyken Kırbaç Süleyman’ın rüzgara
hükmetmesi, mürettebatın aç gözlülüğü yüzünden başka bir kalyondan bulaşan
veba, yasak kitabı okuduğu için vebalılar arasına hapsedilen Süleyman’ın,
ölülerin alınlarındaki Amat yazısını görmesi, ölülerin arasındaki İsrafil’in
bir anda gözlerini açıp boruyu üflemesi de kitabın olağanüstü ayrıntılarından
bazıları.
Romandaki kişiler de birbirinden renkli.Amat sözcüğünü
ölenlerin alınlarına yazarak onları diriltip kendine daima itaat edecek bir
ordu oluşturmak isteyen , mürettebatı savaşırken kamarasında keman çalıp,
eğlence düzenleyen, gerçek mi hayal mi olduğu belli olmayan kaptan Diyavol,
sırtında, ilk öldürdüğü adamın kemiklerini koyduğu bir çuval taşıyan Fitilli Daniyal,
ölümsüzlük kelimesini duyduğunda bile nabız sayısı artan Süleyman, baktığı
fallarla karşısındakinin günahlarını ortaya döken deli marangoz Nuh Usta, olayların
çoğunu aralarındaki konuşmalardan öğrendiğimiz Kul Rıza ve Göbelez Baba…
Kitapla ilgili çok fazla ayrıntı verdiğimi düşünüyorsanız
yanılıyorsunuz. Ne kadar anlatsam da kitabın büyüsü öyle kolay kolay bozulacak
gibi değil. Hele İhsan Oktay’ı daha önce okumuş ve dilini sevmişseniz,
kaçırmamanız gereken bir kitap var karşınızda. Puslu Kıtalar Atlası’nı sevenler
eminim bu kitabı da çok sevecekler. Kitabı okumak isteyenlere ufak bir tavsiye;
sakın ilk sayfalarda pes etmeyin ve üstünkörü okuma yapmayın, yoksa kitabın
müthiş sonundan mahrum edersiniz kendinizi.