Yaklaşık bir aydır başladığım
hiçbir cümleyi tamamlayamadım. İlk sebebi bende kalsın ama ikinci sebebi Hasan
Ali Toptaş’tı. Her şey Hasan Ali’nin “ en çok hangi yazarı seviyorsanız,
yazdıklarınızı sadece o yazar okuyacakmış gibi yazın” önerisini okumamla başladı.
O okuyacakmış gibi yazdığım hiçbir cümle içime sinmedi. Yazdım, sildim,yazdım,
sildim… Bir kısır döngünün içinde kayboldum sanki. Ve anladım ki, yazdıklarım
henüz onun okuyacağı seviyeye erişememiş, ya yazmayı bırakmalıydım ya da bir
gün onun beğeneceği bir cümle yazana kadar çalışmalıydım. Ve pes etmemeye karar
verdim. Şimdi yazdığım her cümle beni ona götüren bir basamak. Ne kadar
çıkabilirim, nerede dururum, nerede düşerim bilmiyorum ama devam etmeliyim.
Devam etmeliyim çünkü yazmazsam eksik kalıyorum. Yapmam gereken önemli bir işim
var ama bir türlü hatırlayamıyorum duygusu peşimi bırakmıyor.
Bu ruh
halindeyken yeni bir kitap okuyup yorumlamak da istemedim, kendi duygularımla
yazarın vermek istediği duyguları birbirine karıştırmaktan korktum. Çünkü her kitabın
bir okunma yaşı olduğu gibi, her kitabın bir okunma ruh hali de var. Karamsar bir ruh hali kitabı sıkıcı bulmanıza neden
olabilir.Bu yüzden daha önce okuduğum bir kitabı tanıtmak istedim.Ve Reşat
Nuri’nin en beğendiğim ikinci kitabında karar kıldım. Birinci sırada Çalıkuşu
var tabi ki.
Akşam
Güneşi’nde, kırılgan, naif,arzulardan uzak,saf bir aşkın öyküsü işlenmiş. Ele
avuca sığmaz bir asker olan Nazmi, henüz en deli çağlarında yakalandığı bir
hastalık yüzünden bir nevi inzivaya çekilir ve derin bir hürmet duyduğu kuzeni
Şükran’la evlenerek (M…S) adasında sessiz sakin bir hayat yaşamaya başlar.Tabi
bu hayata geçiş süreci de sancılı olur. Ruhu, at üstünde bütün dünyayı
dolaşacak,savaştan savaşa koşacak enerjiyle doluyken, malulen emekliye
ayrılacak kadar hasta bir bedene hapsolmak Nazmi için kolay olmaz ama insanoğlu
nelere alışmıyor ki o da alışır bu sakin yaşama. Hep planlarımız dışında bize
sürprizler hazırlayan hayat, Nazmi’yi de bir misafirle alt üst eder. Kitabı
okumak isteyenlerin hevesini kaçırmamak adına bu misafirin kim olduğunu
söylemeyeceğim.Ama ortalığa dökülmemiş, dile getirilmemiş, kalplerde karşılıklı
bir sır olarak kalmış, öyle tabii,sevdiğinin yüzüne bakmak saadetinin kafi
geldiği, en güzel haliyle sunulan bir aşkın, usta bir kalemin elinden
yüreğinize kazınacağını söylemeden geçemeyeceğim.
Kitapla
ilgili fazla detay vermeyeceğim ama okunması gereken kitaplar listenize gözünüz
kapalı ekleyebilirsiniz. Yalnız kitabı satın alacaklara ufak bir tavsiyem var.
Satın alacağınız kitabın yayınevine ve sadeleştirilip sadeleştirilmediğine
dikkat edin.
Okuduğum
bir kitabı çok beğenirsem muhakkak kütüphanemde bulunmasını isterim. O yüzden
halk kütüphanesinden ya da arkadaşlarımdan aldığım kitapların çoğunu sonradan
satın almışımdır. Akşam Güneşi’ni de geçen sene birkaç kitapla birlikte sipariş
etmiştim. Maalesef hiç dikkat etmeden “Gençler İçin Türk Klasikleri Dizisi” adı
altında yayımlanan Akşam Güneşi’ni satın almışım. Kitaplar elime ulaştığında
yaşadığım hayal kırıklığını tasavvur edemesiniz. Reşat Nuri’nin 338 sayfa emek
verdiği kitabı, gençler okusun mantığıyla 116 sayfaya indirgenmiş. Tam 222
sayfa sadeleştirilmiş!
Önyargılı
olmamak adına bu 116 sayfayı da okudum ve yapılanın bir sadeleştirme değil
katliam olduğunu gördüm. Kitabın ruhunu yok etmişler maalesef. Bir Reşat Nuri
kitabını anlamayan (ki kitabın arkasında bir sözlük yer almasına rağmen),
gençler varsa, çözüm kitabı sadeleştirmek değil, o gençleri kitabı anlayacak
seviyeye getirebilmek olmalı. Türk klasikleri sevdirilmek isteniyorsa da bu
sadeleştirme işinden bir an evvel vazgeçilmeli. Reşat Nuri’nin kitaplarını
seven ve anlayan gençlerimizin çoğalması dileğiyle iyi okumalar diliyorum
sizlere.Ha bir de sizin aşklarınız akşam
güneşi kadar kısa sürmesin. Aşklar hep gün doğumları gibi uzun ömürlü olsun.
Kitapla
ilgili şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Akşam Güneşi’ni bitirince dedim ki, bu
aşkın sonu nasıl olmalıydı? Bu aşk nasıl devam ederse etsin, nasıl biterse
bitsin, hüznünden bir şey kaybedecek miydi acaba? Bazı aşklar nasıl yaşanırsa
yaşansın hep buruk, hep iç acıtan bir yanı var. Reşat Nuri ise en saf haliyle
bitmesini istemiş. Belki de bu yüzden sonuna bu kadar üzüldüm. Saflığa duyulan
özlem beni hassaslaştırdı belki de kimbilir…